5 Ağustos 2013’te, Turgutlu’ya bağlı Çamköy’de yapılacak bir toplantıya katılmak üzere İzmir’den yola çıktık. Köye yaklaştığımızda, yol boyunca, onlarca dönüm araziyi kaplayan domates sergilerinin ilginç görüntüsünden etkilendik. Domatesler, kurutulmak üzere beyaz örtülerin üzerine serilmişti. Parlak güneşin altında, büyük gelincik tarlalarını çağrıştırıyordu bu sergiler…
Çal Dağı eteklerindeki köy, ağustos sıcağına karşın hareketliydi. Gidiş nedenimiz, Çal Dağı’nda nikel madeni çıkartmak isteyen şirketin başlattığı yeni ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreci kapsamında yapılacak olan “Halkın Bilgilendirilmesi Toplantısı” na katılmaktı.
Biz köye ulaştığımızda, Köy Konağı denilen binanın bahçesinde, yaklaşık 300 kişi, yerlerini almışlardı. Boş sandalye bulup oturduk.
Ön sıramızdaki vatandaşların tişörtlerinin arkasında sloganlar yazılıydı:
“Cennet Gediz Ovamız, yok olmasın!”
“Vahşi madenciliğe hayır!”
Toplantının başlamasına beş dakika kala, otobüs ve araçlarla gelen; -köylülerin ve aktivistlerin tanımadığı- şahıslar, toplantı alanına girdiler; şaşkın bakışlar arasında, iki sıra halinde yürüyerek, önceden kendilerine ayrıldığı anlaşılan bölüme geçip oturdular.
Bu grubun gelmesinin hemen ardından, Şirket Genel Müdürü, mikrofonu aldı; tüm katılımcılara hitaben, "Hoş geldiniz" dedi.
Projeyi iki yıl önce İngiliz şirketinden satın aldıklarını; inceleyip revize ettiklerini söyledi. Daha ayrıntılı sunumu yapması için mikrofonu Müdür Yardımcısı’na verdi.
40 yaşlarındaki Genel Müdür yardımcısı, konuşmasına, projeyi överek başladı. Bununla da kalmayıp, " Sizler, bizi desteklemek için buradasınız" dedi.
Bunun üzerine halktan, sert itirazlar, bağırışlar yükseldi:
- Sen kendi adına konuş; bizim adımıza konuşma!.
- Ne desteği; ne diyorsun sen!
- Biz kendimizi anlatmayı biliriz!.
- Halk, projeye destek için burada değil!..
- Propaganda dili kullanamazsın…
Halkın bu protestosu üzerine, toplantıyı düzenleyen Valilik yetkilisi, her fırsatta yaptığı anonsu yineledi:
- Biz Valilik olarak buradayız. Halk için, sizin için buradayız. Her şey kaydediliyor… Soru yanıt bölümünde söyleyecekleriniz, değerlendirilecek. ÇED Raporu hazırlanırken bunlar dikkate alınacak.
“Her şeyin kaydedildiğini” sık sık anons etmeleri bize tuhaf geldi. Bu kargaşanın ardından, Genel Müdür Yardımcısı, sunumunu sürdürdü. Bazı teknik detayları özetledikten, “madenciliğin 21 yıl boyunca yapılacağını” ifade etti.
Daha sonraki 20 yılda da “doğanın geri kazanılması için” çalışmalar yapılacakmış.
Yetkililer, birbiri ardı sıra sunumlarını yaparken, ben “ yılları” hesaplamaya daldım: 21+20=41
Burada yaşayanların 41 yıl boyunca (ve büyük olasılıkla daha sonraki yıllarda da) ne gibi olumsuz etkilere maruz kalacağını; kullanılacak sülfürik asitin, tarım ve orman alanlarına, su kaynaklarına, çevreye, insan ve hayvan sağlığına ne kadar çok zarar vereceğini düşünmeye koyuldum…
Oturum Başkanı’nın, "Şimdi soru-yanıt bölümüne geçiyoruz" diyen sesiyle dikkatim tekrar toplantıya yöneldi.
İlk soruyu sormak için mikrofonu alan bir kadın aktivist, "Burada, Dünya’nın en büyük 2. Sülfürik asit fabrikasını yapacakmışsınız; doğru mu" diye sorduktan sonra, "bu fabrikanın ÇED bilgileri neden yok" diye ekledi.
Genel Müdür:
- Bakın, bazı şeyler yanlış biliniyor. Dünya’da 480 sülfürik asit fabrikası var; buradaki fabrika, 55. Olacak; 2. değil…Bu bilinsin!...
Yanımda oturan bir vatandaş:
- Buna şükretmemiz mi gerekiyor, Müdür bey.
Acı acı gülümsedik.
O sırada bir köylü vatandaş, söz isteyerek elinde bir poşetle ortaya çıktı. Tüm dikkatler ona yöneldi. Elindeki sebze poşetini yukarı kaldırarak, "Ben Çamköylüyüm; bahçıvanım. Bunlar benim tarlamdan topladığım sebzeler" dedi.
Genel Müdür, birkaç kez,
- Senin adın ne, diye sordu.
- Dur bakalım Müdür! Acele etme, dedi köylü. Sözümü kesmezsen söyleyeceğim.
Adını söyledi köylü vatandaş. Sonra Müdür’e dönüp,
- Sizi azarladığım için özür dilerim; beni mecbur ettiniz, dedi.
Köylü vatandaşın söyleyeceklerini merakla bekliyorduk ki, Maden Şirketi’nce getirildikleri tahmin edilen yabancı şahıslar, ona konuşma fırsat vermeden, hep bir ağızdan,
- Biz açız! İş istiyoruz; ekmek istiyoruz, diye, bağırmaya başladılar .
Bir yandan da ellerindeki pet şişeleri, kendilerini uyaran köylülerin ve aktivistlerin üzerine atıyorlardı.
Bir anda ortalık karıştı.
Çamköylüler:
- Bunlar kim? Biz tanımıyoruz bunları, diyordu.
Sandalyeler havada uçuşmaya başladı. Jandarma ekipleri, kargaşayı yatıştırmaya çalışıyordu. Yerlerimizden kalkıp güvenli köşelere çekildik.
Bir aktivist:
- Provokasyon, bunların yaptığı, diye bağırdı.
Köylülerden biri:
- Kim bunlar?..Tanımıyoruz bunları, otobüsle getirildiler; nerden getirilmiş bu adamlar, diyordu.
Çamköylü genç bir adam:
- Bizim köyde toplantı yapmasın Maden!.. Tepeköy (Çamköy) izin verdi, diyecekler; kameralar kalabalığı çekecek; haaa, tamam, izin vermişiz gibi gösterecekler. İstemiyoruz, diye bağırıyordu…
Başka bir Çamköylü:
- Çal Dağ’da 200 bin ağaç kestiniz. Hayatımda ilk defa bu sene köyümüzü, evlerimizi su bastı, dedi.
Arkalardan bir yerden güçlü bir ses yükseldi:
- Çal Dağı’nı size çaldırmayız, madenciler!..
Valilik yetkilisi:
- Bu koşullarda toplantı yapılamaz, diyerek toplantıyı kapattığını açıkladı.
- Toplantı yinelenir değil mi, diye soran aktivistlere,
- Buna Bakanlık karar verir, yanıtını verdiler.
- Soru soracaktık, diye itiraz edenlere ise
- Sorularınızı yazılı gönderirsiniz, açıklaması yapıldı.
Böylece bir “Halkın Bilgilendirilmesi Toplantısı” sona ermiş oldu. Yinelenip yinelenmeyeceği, belirsiz kaldı…
Otomobilimize doğru yürüken Çamköylü bir adamın düşünceli hali dikkatimizi çekti. Yanına sokulduk. 50 yaşlarındaydı. Güneşte yanmış yüzünden iyilik akıyordu. Kaygılı bir sesle,
- Ben bu köyde doğdum; burada öleceğim. Maden, zarar verecekmiş buralara diyorlar, dedi.
Sonra, toplantıyı provoke eden grubu kastederek,
- Ayıp yahu, garıştırıp gittiler ortalığı, köyümüzden değil bunlar. Tam anlamaya çalışıyoduk; patırtı çıkardılar…
Özür diler gibi bir hali vardı. Tanımadığı adamların yaptığı çirkin davranıştan ötürü, kendisi, bize karşı mahcubiyet duyuyordu adeta.
Bu güzel yürekli adamla konuşmaya devam ettik:
Köye geldiğimizden beri dikkatimi çeken çadırları işaret ederek,
- Bu çadırlarda kimler kalıyor, diye sordum.
- Domates sergilerinde çalışıyorlar, dedi. Çoğu Doğu’dan geldiler…
- Onca yolu geliyorlar, işleri zor, dedim.
- Ne yapsınlar, ekmek davası, derken, gözlerinden yansıyan sevgi parıltıları, çoğunluğu Doğu’dan gelen tarım işçileriyle ilgili güzel duygularını yansıtıyordu.
Çamköylü bu iyi adamın yanından ayrılırken, geleceğe olan inancımız artmıştı.
Çal Dağı’nın eteğindeki Çamköy’ün güzel insanlarına, "Hep yanınızda olacağız. Çal Dağı’nı çaldırmayacağız" diyerek veda ettik.