Her üç aday kentin temsilcileri de, spor tesislerinin yanı sıra konaklama ve ulaşım açısından en iyi imkanlara kendilerinin sahip olduğu yolundaki iddialarını ortaya koyarak seçimin galibi olmayı arzuluyorlar. Ağırlıklı olarak lobiler aracılığıyla yürütülen bu ikna mücadelesi bakalım hangi kentin zaferiyle(!) sonuçlanacak?..
Olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapma konusundaki aşırı hevesli halimizi anlamak zor. Spora ne oranda düşkün olduğumuz gibi asıl iştahımızı kabartanın tanıtım, reklam ve sponsorluk gibi ticari faaliyetler olduğu da ortada... Spordan çok, spor üzerinden elde edebileceğimiz rant ilgimizi çekiyor. Şike meselesini bile, etik değerler çerçevesinde değil, "aman marka değerine, futbol ekonomisine zeval gelmesin" endişesiyle çözmeye (örtbas etmeye) kalkışmadık mı?..
Yaptığımız ve yapacağımız spor tesislerini koz olarak masaya sürüyor, tesis zenginliğinin oyunlara ev sahipliği yapabilmek için yeterli olacağını umuyoruz. Bina (AVM, rezidans, otel, gökdelen) dikmeyi gelişme sandığımız gibi tesis yapmayı da sporda ciddi atılımlar gerçekleştirip başarılar elde edebilmenin ilk koşulu sanıyoruz... Spor bilinci ve spor kültürü yoksunluğunun yerini fiziksel yatırımlarla doldurmaya çalışıyoruz.
Birisi çıkıp, "Tesisler bizim için geri planda kalır. Öncelik her zaman spor kültürü, spor felsefesi ve spor politikasındadır" derse buna ne yanıt vereceğiz?.. Peki ya birisi, nüfusumuz ile lisanslı sporcu sayımız oranlandığında ortaya çıkan tablonun vahimliğinden söz ederse...
Spor yapmaktan çok spor izlemenin teşvik edildiği ve spora ağırlıklı olarak rant alanı gözüyle bakılan bir ülke olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapma hakkı kazanabilir mi, göreceğiz... Gerçi günümüzde hangi ülke salt sportif kaygı ve hedeflerle bu tür büyük organizasyonları üstlenmek ister ki?.. Piyasa denilen mekanizmanın evrensel boyuttaki hakimiyeti söz konusuyken, spora rantsal kaygıların yön verdiğini kim yadsıyabilir?..
Ama tüm bunların yanında bizim spora yaklaşımımızın kendine özgü bir renklilik(!) barındırdığı da göz ardı edilemeyecek bir gerçek.
Mesela yüzme ve bisiklet gibi iki spor dalı özelinde spora ve insana bakışımızı sorgulayabilir, umarsızca hayata yerleşip artık olağan kabul edilen bazı acı gerçeklere dikkat çekebiliriz...
Her yaz; denizlerde, göllerde, göletlerde, akarsularda, sulama kanallarında yüzlerce insanı boğularak can veren bir ülkenin önceliği spor organizasyonları düzenlemek, kupa, madalya peşinde koşmak mı, yoksa bir tür seferberlik ilan ederek insanlara yüzme öğretmek mi olmalı?.. Yüzme federasyonunun boğulma olaylarıyla ilgili olarak hiçbir sorumluluk hissetmemesi normal mi?.. Ama tabii böyle işlere zaman ayıramayacak kadar yoğunlar!.. Ne de olsa sporcuları olimpiyatlara, şampiyonalara hazırlamak gibi çok daha önemli işleri var!.. Oysa, dünyanın bütün madalyaları, bütün kupaları bir araya gelse, tek bir insanın yüzme bilmediği için boğulmasının acısını dindirebilir mi?..
Ayrıca bisiklete ve bisikletliye hayat hakkı tanınmayan bir ülkede yaşıyoruz. Bisiklet kullanımının yaygınlaşması, bisiklet kültürünün yerleşmesi ve gelişmesi için çaba gösterenleri dikkate alan yok. Hatta bisiklete binmek, zaman zaman ölüm sebebi bile olabiliyor. Bisiklet gibi modern dünyanın vazgeçilmez aracının görmezden gelindiği bir ülkenin olimpiyat adaylığına soyunması yüzsüzlüğün ötesinde, spora yönelik arızalı bakış açısının başka bir göstergesi de sayılabilir kuşkusuz...
↧
Önceliğimiz Olimpiyat mı Olmalı?
↧