Şafak romanının bir fil ve bakıcısının Hindistan'dan İstanbul'a uzanan öyküsünü anlattığını söylediği için, Jose Saramago'dan "intihal"le suçlandı. Ama bunu okumadan anlamak olası değildi.
Şafak romanın sonundaki "Yazarın Notu"nda Saramago'nun "Filin Yolculuğu" romanında Süleyman isimli bir filin yolculuğunu anlattığını belirtiyordu. Böylece roman intihalle suçlanamayacağı gibi, esinlenme bir yana metinlerarası ilişki kurulduğu söylenebilecek duruma geliyordu. Şafak aynı notta esas eleştiri alacağı konudan Mimar Sinan'dan daha çok söz etme gereği duymuş. Çünkü "Ustam ve Ben"in ana eksenini Mimar Sinan'ın yaşamı ve eserleri oluşturuyor. Sinan'ın çok yaşamış, çok eser vermiş bir kişi olması nedeniyle yaşamını romanlaştırmanın zor olduğunu, anlatımın yavaşlamaması arzusuyla zaman açısından bazı müdahalelerde bulunduğunu belirtiyor. Çünkü romanda anlattıklarının gerçeğe uygunluğu konusunda eleştiriler gelebileceğini biliyor.
Elif Şafak'ın "Ustam ve Ben"i hakkında dikkate değer bir eleştiri de bu gerçekliğe uygunluk açısından geldi. Mehmet Berksan "Mimar Gözüyle Elif Şafak'ın Son Romanı: Ustam ve Ben"de (bkz. Arkitera.com) mimari tarihi açısından eleştirilerini sıralamakla kalmıyor, 16. yüzyılda hangi eşyanın nasıl kullanıldığına da değinen bir eleştiri geliştiriyor. Ve sözünü "Ülkemizde kitapları en çok satan yazar, 3 yıllık bir araştırmanın sonunda yazdığı kitapta, koskoca Selimiye'nin kubbesine dam derse, külhanı kazan dairesi zanneder, saray arsasını çorak arazi diye niteleyip, koskoca padişaha törenleri meydanın ortasında izlettirir, daha o dönemde olayların geçtiği sarayın adını dahi yanlış zikrederse bu neyin göstergesidir acaba?" diye bitiriyor. Öncelikle, bir romanın edebi bakış dışında da eleştirilebileceğini belirteyim.
Berksan'ın mimari ve tarihi gerçeklik açısından bir okuma yapmış olması "yanlış okumanın tipik örneği" olarak nitelenemez. Üstad kabul edilen eleştirmenlerin, örneğin "Yaşasaydı, neler yazardı!" diye anılan Fethi Naci'nin romanları nasıl eleştirdiğini hatırlamak gerek. Berksan edebi bir eleştiri yapmıyor ama romandaki gerçeklik, inandırıcılık duygusunu oluşturan öğeleri sorguluyor. Üslubundaki alaycılığı hoş karşılayabilirseniz yapıcı bir eleştiri. Romanın yeni baskılarında yanlışlar düzeltilebilir.
Edebiyat tarihimizde gerçekliğe uygunluk açısından birçok tartışma olduğunu biliyoruz. Yusuf Atılgan'ın tamamen kurmaca olan "Anayurt Oteli"nde 10 Kasım sirenlerinin doğru saatte çalıp çalmadığı bile uzun uzun tartışılmıştı. İlber Ortaylı'nın Orhan Pamuk'un "Kara Kitabı" ile ilgili "caminin balkonu olmaz" eleştirisi de en taze örneklerden. Pamuk, "Bu bir kurmaca, benim dünyamda caminin balkonu var" diyebilir mi? Dese de okuru ikna edemez.
Elif Şafak, "Ustam ve Ben"in başına "İstanbul/22 Aralık 1574" tarihini koymuş. Kahramanı da belli: Mimar Sinan. Yani romanın yeri, zamanı ve kahramanı gerçekte var. O dönem yaşamış birçok gerçek kişi de yer alıyor romanda. O zaman Semih Gümüş gibi "gerçeği dilediği gibi değiştirebilir" diyemezsiniz (Radikal Kitap, 24.01.14). Çünkü Elif Şafak, gerçek hayatın somut olaylarını romanına konu ettiğinin bilincinde, kurmacanın koşulları ile gerçekliği uyumlu hale getirip inandırıcı bir roman yazmaya çalışıyor. "Ben yazdım, oldu" demiyor, 16. yüzyıl ve Mimar Sinan'la ilgili birçok kitap okuduğunu açık yürekle söylüyor. Gülru Necipoğlu'nun "Sinan Çağı"ndan (Bilgi Üniv. Yay.) "saygım çok büyük" diye söz ediyor. Tek eksiği romanın sonunda kaynaklarını göstermemesi. Kaynaklarını gösterseydi hataların sahibinin kendisi mi yoksa kaynak olarak kullandığı eserler mi olduğu daha kolay anlaşılırdı.