Tanzimat'tan bu yana, "Doğululuk-Batılılık", "modernlik-geleneksellik"şeklinde ifade edilen Türkiye'nin uzlaşmaz çelişkisi, Türk edebiyatında pek çok romana konu oldu. Bana göre bu çelişkiyi en iyi yansıtan iki roman, Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey ve Rakım Efendi'si ile Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye'sidir.
Batı'yı taklit ederken komik durumlara düşen Felatun Bey'le, Batı'nın "iyi yanlarını" alarak ahlakını koruyan Rakım Efendi arasındaki fark, Türkiye'de muhafazakâr modernleşmeciliğin köşe taşlarını belirledi. Peyami Safa, birçok romanında yaptığı gibi Fatih-Harbiye'de de, Batı taklitçiliğinin nasıl facialara sebep olabileceğini sert bir şekilde anlatıp, "ahlakımızı koruyarak modernleşmenin" faziletlerini Türk toplumunun zihnine yerleştirdi.
Peyami Safa'nın Fatih ve Harbiye arasında çizdiği kültürel sınır bugün de geçerliliğini koruyor. Şerif Mardin'in "mahalle baskısı" kavramıyla güncellik kazanan farklı yaşam tarzlarının egemen olduğu mekânlar, aşağı yukarı aynı sınırlarda ortaya çıkıyor. Ancak bu durum uzun sürmeyecek gibi görünüyor.
Son birkaç yıldır İstanbul'daki kentsel projeler sözünü ettiğim kültürel sınırları muğlâklaştırmaya başladı. Geçmişte Harbiye'den şikâyet eden, uzak durarak kendini korumaya çalışan Rakım Efendiler, artık Haliç'in karşı kıyısından yalnızca ibret almıyor; köprüler, camiler, kışlalar, meydanlar inşa ederek buralara yerleşiyor. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekten de Felatun Bey kadar gülünç olmayı başaran çağdaşlar ise son derece endişeli.
Ancak sınırların muğlâklaşmasından endişeli olanlar yalnızca "çağdaşlar" değil.
Ali Bulaç, kısa bir süre önce piyasaya çıkan Postmodern Kaosta Kıble Arayışı adlı kitabında, muğlaklaşan sınırlarda kaçınılmaz bir şekilde modernleşen Müslümanların yaşadığı krizi tartışıyor. Ali Bulaç'ın dikkat çektiği bu kriz, Peyami Safa'nın romanlarındaki gibi, Harbiye ve Pera'nın düşük yaşam tarzına kendisini kaptıran Müslüman gençlerin ibretlik hâli değil. Daha köklü. Roman yazan, film çeken, resim yapan, sergi açan, davet veren, davete giden dindar entelijansiyanın "tüketici muhafazakârlığı" asıl sorun.
İstanbul'da dindarlar İslam şehri "mefkûresinden"şehirli İslam'a dönüşümün sancılarını yaşıyor. Fatih'te daralan dindar orta sınıflar Taksim'de kendisini bulmak istiyor. Bu arayış, "Harbiye'nin" köklü sakinlerini son derece rahatsız etse de kaçınılmaz bir şekilde devam edecek. Müslüman orta sınıflar bizim Felatun Beylerin mahallelerinde yeni kültürel kıblelerini inşa edecek. Bunu yaparken, eski mahallelerinin baskısına da maruz kalacaklar. Bu baskının etkisiyle yeni kıblelerini tahkim etmeye çalışacaklar. Bu durumdan en büyük zararı mahallenin eski sakinleri görecek.
Dindar dünyada alttan alta süren bir tartışmanın adını koyan Ali Bulaç, sınırı ortadan kaldıran Müslümanlara şimdi çok önemli bir soru yöneltiyor: Yeni kıblemiz nasıl olacak? Muhafazakârların bu soruya verecekleri cevap geleceğin İstanbul'unu şekillendirecek.