Quantcast
Channel: Arkitera Mimarlık Merkezi - Haber
Viewing all 4077 articles
Browse latest View live

TMMOB, Gül'den Veto İstedi

$
0
0

TMMOB, Cumhurbaşkanı Gül'den Torba Yasasını veto etmesini istedi.

Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) İstanbul şubesi üyeleri, Torba Yasası kapsamındaki imar kanununda TMMOB'nin yetkilerinin sınırlanmasını protesto amacıyla Taksim'de basın açıklaması yaptı.

9 Temmuz 2013 tarihinde torba yasası görüşmeleri sırasında yapılan imar değişikliği ile yetkileri sınırlanan TMMOB üyesi yaklaşık 60 kişi, Taksim Tramvay Durağı'nda bir araya geldi. Ellerinde "Mühendislik Bilgisinin Halk Yararına Kullanılmasını Sağlayan Odalarımız Etkisizleştirilmek İsteniyor. AKP'nin Torba Yasasına Hayır" yazılı afiş taşıyan üyeler, yasa aleyhine sloganlar attı.

Grup adına basın açıklaması yapan TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Sekreteri Süleyman Solmaz, kentlerin rantlara göre şekillendirildiğini, plansızlığın egemen olduğunu ifade ederek "Çalışma yaşamında mühendislik bilimlerinin gerekleri dışlanmakta, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri uygulanmamaktadır. Bu önlemler maliyet unsuru olarak görüldüğünden sık sık mevzuatlar sermaye lehine değiştirilmekte, gevşetilmektedir. Bunun sonucu olarak ülkemizde her yıl binlerce çalışan iş cinayetlerine kurban gitmektedir. İnsanca barınma hakkının ve deprem gerçeğinin gerektirdiği, yapı denetimi, enerji, tarım, orman, su kaynakları ve kent yönetimi gibi alanlarda mühendislik, mimarlık vb. bilimsel-teknik kriterleri devre dışı bırakılmamalıdır. Son yıllarda yapılan mevzuat değişiklikleri ile meslek disiplinlerimizin uygulama alanları adım adım daraltılmıştır. Kanun Hükmünde Kararnameler ile bu saldırılara yeni halkalar eklenmiş; kamu yönetiminin tekelci/otoriter nitelikte yeniden düzenlenmesinin yanı sıra, mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı ve TMMOB mevzuatı, Anayasa ve yasalara açıkça aykırılık oluşturacak bir şekilde iktidar bürokrasisi tarafından düzenlenir hale gelmiştir" diye konuştu. Yasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı tarafından Meclis'e iade edilmesi gerektiğini ifade eden Solmaz, "Sayın Cumhurbaşkanı'na bir kez daha sesleniyoruz. Gelin bu ülkeye ve topluma ihanet yasasını veto edin. Gelin halkın ve yüz binlerce meslektaşımızın taleplerine kulak verin. Gelin bir kez olsun bizi dinleyin ve iktidarın işlediği bu suçu engelleyin" dedi.

TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Sekreteri Süleyman Solmaz, torba yasasına rağmen ülkenin kamusal zenginliklerine sahip çıkmaya devam edeceklerini söyledi.Açıklamanın ardından slogan atmaya devam eden grup, bir süre sonra olaysız dağıldı.


TOKİ'den Cemevi Talebine 'Olmaz' Cevabı

$
0
0

TOKİ Başkanlığı, "TOKİ konutlarına cemevi yapılmasını isteyen" vatandaşa "İmar mevzuatında belirtilen dini tesis veya ibadet alanlarına ilişkin tanımlamalarda, bu alanlara cemevi yapılmasına cevaz verecek bir hüküm veya ifade yer almamaktadır" yanıtını verdi.

İstanbul'dan İbrahim Söylemez, "TOKİ tarafından yapılan konutlara cemevi yapılması" istemi ile TBMM Dilekçe Komisyonu'na başvurdu. Söylemez'in dilekçesini işleme alan Komisyon, istemi TOKİ'ye iletti. TOKİ, Komisyona şu yanıtı verdi:

BOŞ PARSEL YOK

"Dilekçinin ikamet ettiği konut projesi, TOKİ'nin iştirak şirketi Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. tarafından 2010'da yapımı tamamlanarak iskân edilen bir
projedir. Proje kapsamında eğitim, sağlık ve dini tesis gibi sosyal donatılar yüklenici firmaya yaptırıldı. Proje alanında; sosyal ve kültürel tesis kapsamında değerlendirilebilecek niteliklere haiz herhangi bir boş parsel kalmadığından, dilekçi tarafından proje alanında talep edilen cemevinin yapılmasına imkân bulunmamaktadır. Keza; dilekçinin dini tesis alanına cemevi yapılması talebiyle ilgili olarak, imar mevzuatında belirtilen dini tesis veya ibadet alanlarına ilişkin tanımlamalarda, bu alanlara cemevi yapılmasına cevaz verecek bir hüküm veya ifade yer almadığı görülmektedir. Ayrıca TEM Avrupa Konutları projesinin bulunduğu mahalde yapılan inceleme neticesinde; projenin yaklaşık 100 metre yürüyüş mesafesinde faal halde 'Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi ve Cemevi'nin bulunduğu belirtilmiştir."

Çevreci Sokak Yap Yüzde 45 Hibe Al

$
0
0

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yerel seçimlere sekiz ay kala tüm il ve ilçe belediyelerine projenin yüzde 45'ine kadar "çevreci sokak" desteği vermeye hazırlanıyor. Gezi Parkı eylemlerinin sürdüğü bir dönemde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da "Çevreci Sokak Projesi"ni başlattı. Projeyle tüm büyükşehir, il ve ilçe belediyelerinin trafiğe açık ya da kapalı çevreci sokak projelerine parasal destekler verilecek. Buna göre belediyelerin projelerini bakanlığa sunması için 31 Aralık 2013 son tarih olarak belirlendi.

YEŞİL VE TASARRUFLU

Proje şartnamesinde, "Proje alanının iklimsel özellikleri ve kullanılacak ağacın ve bitkilerin özellikleri de göz önünde bulundurulmalı, uygun aralıklarla ağaçlandırma yapılmalı" denildi. Projenin kabul edilmesi için planlanan sokağın aydınlatılmasında, Aydınlatma Türk Milli Komitesi'nce kabul edilen şehir içi yolları aydınlatma standartlarına uygun enerji tasarrufuna veya alternatif enerji kullanımına yönelik uygulamalara yer verilmesi gerekecek.

TEK TİP SOKAK ŞARTI GELDİ

Ayrıca "çevreci sokak" olarak planlanan alanda atıkların kaynakta ayrı toplanmasına imkan veren geri dönüşüm kutuları, atık pil ve yağ toplama makinelerine yer verilecek. Sokakların estetik görünümü için çanak anten, tabela gibi görüntü kirliliğini yaratan unsurların tek tip hale getirilmesi istenecek.

Trafiğe kapalı olarak planlanan sokak başvurularında ise sadece yayaların kullanımına açık yayalaştırma alanları oluşturulması gerekecek.

ENGEL VE PEYZAJ

Ayrıca sokaktaki kaldırımlar engelli vatandaşların ve bebek arabalarının iniş-çıkışlarını kolaylaştıracak şekilde tasarlanacak. Trafiğe kapalı planlanan sokakta iklime uygun ve düzenli peyzaj uygulamaları da yapılacak. Projenin kabul edilmesi için belediyelerin çevreci sokaklarda kağıt, cam, plastik, metal, pil ve toner gibi organik, ambalaj ve tehlikeli atıkları kaynağında nasıl ayrıştıracağı ve lisanslı tesislerde işlenmesini nasıl sağlayacağına da bakılacak.

YÜZDE 45'İ BAKANLIKTAN

Çevreci sokak için başvuran belediyelerin 10 milyon liralık projesinin 4.5 milyon lirasını bakanlık karşılayacak. Projenin toplam bedelinin fazla yüzde 45'ine kadar destek sağlanacak. Bakanlık destek miktarını belirlerken, projenin tüm şartları karşılayıp karşılamadığını kontrol edecek.

Arkeolojik kazılara 'dur' emri!

$
0
0

Bakanlık ivedi notuyla tüm kazı başkanlarına kazıları durdurması yönünde yazı gönderdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı izinleriyle 2012 yılında, Bakanlar Kurulu Kararlı 116 Türk, 39 yabancı kazı, 84 Türk, 18 yabancı yüzey araştırması, 47 müze kazısı, 151 kurtarma kazısı, 28 kamu yatırım alanı kurtarma kazısı, olmak üzere toplam 483 arkeolojik çalışma vardı.

Bakanlıktan yapılan açıklama şöyle: ''Bakanlığımız İzinleri İle Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca Yürütülen Kazı Çalışmalarına İlişkin Duyuru: Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nca, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete 'de yayımlanan "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik" in yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Bakanlığımız izinleri ile Müze Müdürlükleri ve Kazı Başkanlıklarınca yürütülen kazı çalışmalarında ve her türlü yapım, hizmet ve mal alımlarında adı geçen yönetmeliğe dayalı olarak yapılan işlemlerin yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar durdurulmasının yerinde olacağı mütalaa edilmiştir. İlgililere önemle duyurulur."

BAKANLIK: SAYIŞTAY'DAN YANIT BEKLİYORUZ

''Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının rölöve, restorasyon, restitüsyon ve konservasyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ve bunların uygulamaları ile değerlendirme, muhafaza, nakil işleri ve kazı çalışmalarına ilişkin mal ve hizmet alımları, 18.06.2005 tarih ve 25849 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ve 10.08.2009 tarih ve 27315 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan değişikliklerle güncellenen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki "Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmelik" kapsamında gerçekleştirilmektedir.

Ancak yönetmelikte 2009 yılında yapılan değişikliğe ilişkin TMMOB Mimarlar Odası Başkanlığınca Bakanlığımız aleyhinde açılan dava sürecinde; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (YD:İtiraz No 2012/284 sayılı) kararında "dava konusu yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına" karar vermiştir. Söz konusu yargı kararı nedeniyle adı geçen yönetmelik çerçevesinde herhangi bir işlem yapılamadığından, kültür varlıklarına yönelik çalışmalarda kullanılmak üzere Maliye Bakanlığı , Kamu İhale Kurumu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müştereken "Kültür Varlıkları İhale Yönetmeliği Taslağı" hazırlanmıştır.

Kültür varlıklarına ilişkin yürütülen çalışmaların özel önem arz etmesi bu çalışmaların devamlılığın sağlanmasının temel bir gereklilik olması nedeniyle Kültür Varlıkları İhale Yönetmeliği'nin ivedilikle yürürlüğe girmesi amaçlanmakta ve bu doğrultuda çalışmalar devam etmektedir. 17.07.2013 tarihi itibariyle yönetmelik taslağına ilişkin Sayıştay Başkanlığı görüşü beklenmektedir.''

MİMARLAR ODASINDAN CEVAP GELDİ

Mimarlar Odası'ndan Avukat Berna Çelik Yeşilkaya , yönetmeliğin kendi itirazları dışında bir sebepten tümüyle iptal edildiğini söyledi. Avukat Berna Çelik Yeşilkaya, "Dava oda tarafından ihale yönetmeliğinin bazı maddelerinin iptali için açıldı. Bu işler özel uzmanlık ve bilgi gerektiren işler olduğu için KİK kapsamından çıkarılmıştı, ancak dava konusu yönetmelikte rölöve restorasyon işleri uzman olmayan kişilerin sorumluluğuna bırakılmakta, isteklilerin mesleki yeterliliklerinin belirlenmesinde bilimsel ve teknik kriterler ile Koruma mevzuatı gözetilmemekteydi. Bu nedenlerle iptali gerektiğini söyledik. Ayrıca ilan yapılmaksızın ihale yapılmasının öngörülmüş olmasının, ihalelerde açıklık, şeffaflık, güvenilirlik, rekabet gibi ilkelere aykırı olduğunu belirttik. Danıştay talebimizi kabul etti ve çoğu madde hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Yalnızca birkaç madde için ret vermişti. Biz de buna itiraz ettik. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazımızı kabul ederek "...dava konusu Yönetmeliğin dayanağını oluşturan 4734 sayılı Kanunun geçici 4 maddesi uyarınca dava konusu Yönetmeliğin Maliye Bakanlığı, Kamu İhale Kurumu ve davalı Bakanlıkça müştereken hazırlanıp, birlikte yayımlanması gerekirken Kültür ve Turizm Bakanlığınca tek başına hazırlanması ve yürürlüğe konulmuş olması nedeniyle dava konusu Yönetmelikte yetki ve şekil unsurları yönünden dayanağı Kanun hükmüne ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır" gerekçesiyle iptali istenen tüm maddelerin ve dava konusu Yönetmeliğin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Şimdi iptal gerekçesine uygun olarak anılan Bakanlıklarla birlikte ve dava açma gerekçelerimizi de gözeterek yeni bir Yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konulması gerekiyor. Süreci takip ediyoruz. " diye konuştu.

Kavak Sarayı'ndan Olimpiyat Stadı'na

$
0
0

Kavak İskelesi Haydarpaşa ile Harem arasında, zamanında şimdiki Ankara Asfaltının üzerinden aktığı belli olan Kavak Deresinin denize döküldüğü yerde, bugünkü Selimiye Kışlasının altında bulunmakta idi. Bölge adını o yıllarda Gümrük İskelesi olarak kullanılan Kavak İskelesinden almıştır.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u fethettikten sonra, Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu alan civarına, 1454-1457 yılları arasında tarihte Eski Saray adı ile anılan Sarayı inşa ettirmişti. Bu Saray bitinceye kadar Edirne'de ikamet eden Fatih, daha sonra 1465-1478 yılları arasında da Topkapı'daki Sarayı yaptırmıştır.

1551 yılında ise Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), Anadolu Yakasında Üsküdar Sarayı adıyla da bilinen Kavak Sarayını inşa ettirmiştir. Kitaplar Osmanlının 3. Hanedan Sarayı olan bu Sarayı Mimar Sinan'ın yaptığını yazarlar. Kâgir bir şekilde inşa edilen Kavak Sarayı, taştan yapılmış Topkapı Sarayının yatık ve toprağa yakın oluşunun aksine bir görüntü sergilemektedir. Osmanlı Sarayları bina gibi değil yerleşim alanı gibi tasarlanmakta idi. Bu anlamda 90.000 m2 lik bir araziye yayılmış olan Sarayın bahçesinde 4 kapı bulunmaktaydı.

Kavak Sarayının Üsküdar tarafındaki bölgeye Harem denilmekte idi. Bunun sebebi ise Topkapı Sarayının Harem Mensuplarının Kavak Sarayına bu yoldan gelmeleri idi. Harem Osmanlıda herkesin girmesine izin verilmeyen yer anlamında kullanılmakta idi. Dolayısıyla bu bölümde bulunan kadınlara da harem denilmekte idi.

Öte yandan bu bölgeye Harem denilmesinin sebebini, burada Bizans İmparatoru Teodoros Laskoris'in (1204-1222) güneşin batışını ve İstanbul'u seyretmek için inşa ettirdiği Heraeum Sarayının bulunması şeklinde de iddia edenler bulunmaktadır. Harem İskelesine Osmanlıda Hünkâr İskelesi de denildiği söylenmektedir.

Mimar Sinan'ın burada Sultan 2. Selim (1566-1574) ve Sultan 3. Murad (1574-1595) için birer köşk ve üç hamam yaptığı ayrıca Sultan 1. Ahmed (1603-1617) döneminde de Kavak Sarayında bir mescid yaptırıldığı bilinmektedir. Daha sonra Saray, Sultan 4. Murad (1623-1640) döneminde tamirat geçirirken genişletilmiştir.

Sultan 1. Ahmed (1603-1617) Divanı Kavak Sarayında toplamak istemiş ancak 'gelenek Topkapı Sarayında toplanması şeklindedir' denilerek bu isteği reddedilmişti. Ancak 1. Ahmed Felemenk Elçisini burada kabul etmişti.

4. Murad (1623-1640) 1635 yılında Revan Seferine buradan çıkmış ve tekrar buraya dönmüştür. Bu sebeple ertesi yıl 1636 yılında Saray Alanına Revan Köşkünü yaptırmıştır.

3. Osman (1754-1757) zamanında Has Bahçe içersindeki Hatice Sultan Sarayı yıkılarak arazisi öncelikle ordu komutanları ve paşalar olmak üzere halka dağıtılmış yani ihsan edilmişti. Bu sebepten de bölgeye İhsaniye denilmiştir.

18. Yüzyılda Osmanlı Sarayında yaşayanlar tarafından İstanbul Boğazı keşfedilmişti. Boğaz Kıyılarında yaşamak moda haline gelmiş ve buralara saraylar, köşkler, evler inşa edilmeye başlanmıştı. Dolayısıyla artık kullanılmayan Kavak Sarayı kendi kaderine terk edilmişti.

3. Selim (1789-1807), 1800 li yılların başında yeni kurduğu Nizam-ı Cedid Ordusu için Kavak Sarayının arazisinde bir kışla inşa ettirmişti. 3. Selim kendi adını verdiği Kışlada yıkılan Sarayın malzemelerini kullandırmış, Saraydan artan bazı mermer parçalarını da Topkapı Sarayına götürerek muhafaza altına aldırmıştı.

Osmanlıda külliyeler cami merkezli oluşturulmaktadır. Ancak burada kışla merkezli bir külliye oluşmuş, külliyeden meydana gelen semte ise kışlanın adından dolayı Selimiye denilmiştir. Planları 3. Selim tarafından çizilen Selimiye Mahallesinde cami, tekke, hamam, mektep, çeşmeler, matbaa ve kumaş tezgâhları bulunmakta idi.

Topkapı Sarayı gibi yönetimsel olmayan, yazlık olarak kullanılan Kavak Sarayında 3. Murad (1574-1595) dönemi ile 1. Mahmud (1730-1754) dönemi arasında var olduğu bilinen yapılar şunlardır: Sivri Kasır, Kasr-ı Sultan Süleyman, Kasr-ı Mehmed Paşa, Kasr-ı Sultan Murad Han, Kasr-ı Sultan Ahmed, Kasr-ı Revan, Valide Sultan Dairesi, Haseki Sultan Dairesi, Hamamlar, Küçük Köşkler, Su Kanalları, Havuzlar, Ahır, İskele ve Sultan 1. Ahmed için yapılmış Mescid.

Yazılanlardan anlaşıldığı kadarı ile Kavak İskelesi, bugünkü Selimiye Kışlasının deniz tarafında kalmaktadır.

Bilebildiğim kadarı ile Kavak Sarayının bir fotoğrafı bile bulunmamaktadır. Amacım bu önemli eser ile ilgili araştırmalar yapılmasını sağlayabilmektir.

(Geleceği iyi planlamak için geçmişimizden haberdar olmamız gerekmektedir sanırım.)

Mimarlara Mektup dergisinin Aralık 2011 sayısında da yayınlanan bu yazımda anlattığım Kavak Sarayından başka Üsküdar sahilinde iki saray daha bulunmakta imiş. Bunlar biraz daha Üsküdar'a doğru gidildiğinde Ayazma Camisinin bulunduğu yerde 1455-1460 yıllarında Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilmiş olan Ayazma Sarayı ile Şemsi Paşada 1570 li yıllarda 3. Murad (1574-1595) zamanında inşa edilmiş Şerefabad Sahilsaray-ı Hümayunu saraylarıdır.

Bugün Kavak Sarayının bulunduğu yere Olimpiyat Stadı inşa edilmesi planlanıyor. Ben Haydarpaşa'da yapılması planlanan projeyi doğru bulmadığımı ve bunun nedenlerini Mimarlara Mektuplarım kitabımda, Mimarlara Mektup dergisinde, Mimdap ve Arkitera mimarlık WEB Sitelerinde yayınlanan Haydarpaşa başlıklı birçok yazımda açıkladım.

Taksimdeki kışlayı ve Karaköy'deki camiyi tekrar inşa etmeyi düşünen anlayışın burada da Kavak Sarayını tekrar inşa etmek isteyeceğini düşünmüştüm. Doğrusu kendimi de bu durumu eleştirmek üzere hazırlıyordum. Kavak Sarayının yerine bir stat inşa edileceği beni çok şaşırttı.

Bugün burada 100 yıldır yanındaki Gar ile irtibatlı olarak çalışan bir liman bulunmaktadır. Bunları 'Haydarpaşa' Kitabımı okuyanlar detayları ile bilirler. Bu tesisin önünden vapurla geçerken aslında çalışan bir müzeyi izlediğimizin farkına varmalıyız. Limanın yüklerinin artık trenden çok karayolu ile nakledildiğini, bugün kentin içersine böyle bir liman yapılsa doğru bulunmayacağını biliyorum. Ama tarihi kentlerde eski, çalışan sistemler o kentin tarihi olduğunu kanıtlayan antikalar gibidir.

Gerek Haydarpaşa Port ve gerekse Olimpiyat Stadı projelerinden anlaşıldığına göre buradaki dalgakıranların içerisine artık gemiler giremeyecekler. Hâlbuki dalgakıranlar İstanbul'un lodos rüzgarı için yapılmışlardı. Belli ki bir yakadan diğerine geçişler için insanların sadece metroyu kullanmaları öngörülecektir. Yani yıllardır denizin üzerinden yapılan iki kıta arasındaki seyahat artık tarihe karışacaktır. Bu seyahati yer altından yapmak zorunluluğu çok sıkıcı olacaktır. Diğer yandan uzun süredir insanların ayak basmadığı dalgakıranlar giderek birer kuş cenneti olmaya başlamışlardı. Buradaki kuşlar da yerlerinden olacaklar.

1960 lı yıllarda Kadıköy-Haydarpaşa arasında sandallar çalışırdı. Bu sandalları kullanarak birinci dalgakırana çıkardık. Orada akşama kadar hem yüzer hem de el büyüklüğünde midyeler toplardık. Akşamüstü güneş batarken dalgakıranın İstanbul tarafındaki ucunda bulunan düz kayanın üzerine oturur, midyeleri bir teneke üzerinde kızartırdık. Yanımızda getirdiğimiz ekmek, peynir ve ucuz Mutuk şarabı ile kendimize ziyafet çekerdik. O saatlerde Sarayburnu üzerinden batan güneşin kırmızıya boyadığı gökyüzü yemeğimize ayrı bir keyif katardı. Belli ki artık o kayayı da dalgakıranı da göremeyeceğim. Eski ile bağlarımı sağlayan iplerden biri daha kopacak.

Umarım bir gün kent içersindeki her boş alana inşaat yapılacak parsel gözüyle bakılmaz.

Ramazanda Bir Kenti Tanımak

$
0
0

Ramazan ayında kutsal kitap ve dini yayınların yanı sıra birçok kitabı bulabileceğiniz bir kitap fuarı da açıldı.

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen ve İBB Kültür AŞ'nin katkılarıyla gerçekleşen fuarın adı; 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı'nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği'nin (ESKADER) desteğiyle Beyazıt Ramazan Sohbetleri de yapılıyor.

Yazarlar, şairler konuşma yapıyorlar ve kitaplarını imzalıyorlar.

Fuar izlenimlerimizi bir başka yazıda ayrıntılı biçimde okurlarımıza ileteceğiz.

Ayrıca İstanbul dışında, Ankara Kocatepe Camisi'nde imza etkinliği de devam ediyor.

Kitap fuarlarının birinci işlevini anamsatmak isterim.

Kütüphanenizi yenilersiniz, ayrıca tematik bir fuarda meraklı olduğunuz, ilgili olduğunuz kitapları bir arada bulabilirsiniz.

Beyazıt, her zaman üniversitesi ile Sahaflar Çarşısı ile bir kültür semtidir. Hiç kuşkusuz Beyazıt Devlet Kütüphanesi de bu anlayışın simgesidir.

Hafta sonu ziyaret edebileceğiniz bir mekândır Beyazıt.

* * *

Ramazanda birçok camiyi ziyaret ediyorsunuz. Hatta yakın şehirlerden otobüsler kaldırıldığını bile biliyoruz, İstanbul'daki tarihi camilere gelmek için... İbadetinizi farklı camilerde yapıyorsunuz. O caminin adını öğrendiğinizde, bu camiyi yaptıranın kimliğini, mimarını, tarihini merak etmiyor musunuz?

İstanbul Life dergisinin armağan ettiği bir kitabı edinmenizi tavsiye edeceğim.

Saffet Emre Tonguç'un hazırladığı İstanbul Camileri-Şehrin En Güzel 30 Camisi kitabını okuyarak camileri gezerseniz, sanırım bilgi edindiğiniz için daha çok seveceksiniz.

Özellikle semtinizde bulunan camileri tanımanız gerekmez mi?

Bu ramazanda ziyaret ettiğiniz camileri bilerek gezin, bilerek gidin.

Saffet Emre Tonguç gezi kitaplarıyla ünlenmiş bir yazar. Yüzü aşkın ülke dolaşmış, dolaştığı kent sayısını varın siz tahmin edin.

O basit bir rehber kitap yazmıyor, gezdirdiklerine oranın tarihini, kültürünü de aktarıyor.

Kolay okuyabileceğiniz bir kitap hazırlamış.

Caminin tarihini, öyküsünü de o yazılarda okuyabilirsiniz.

Camilerdeki bezemeleri, sanatçının emeğini de bilmek sanata saygı açısından zorunludur.

Saffet Emre Tonguç, camiler hakkındaki kitabı geliştirme çabasında daha başka camileri de buna ekleyecek. Genişletilmiş halini merakla bekliyorum.

* * *

Hafta sonu için ramazana uygun tematik bir gezi programı yapabilirsiniz.

Detroit battı

$
0
0

ABD'nin Michigan eyaletinin en büyük şehri olan Detroit 18.5 milyar dolar olarak tahmin edilen borçları nedeniyle iflas başvurusunda bulundu. ABD otomotiv sanayiinin merkezi durumunda olan Detroit ülkenin tarihinde iflasını isteyen en büyük şehir oldu.
Detroit'in iflası federal yargıç tarafından onaylandığı takdirde, binlerce yatırımcı şehrin milyarlarca dolarlık borcunu ödemek için acil durum yöneticisiyle görüşmek zorunda kalacak. Yedi yüz bin kişinin yaşadığı Detroit'te nüfusun üçte biri yoksul ve beşte biri işsiz. Ekonominin kötüye gitmesi sebebiyle cinayet vakaları son kırk yılın en yüksek seviyesinde. 2013'ün ilk çeyreğinde ambulanslarının yalnızca üçte biri kullanımda olan şehirde yetmiş sekiz bin terk edilmiş bina, şehirdeki güvenlik sorunlarını daha da arttırıyor. Yılın ilk çeyreğinde sokak lambalarının yüzde 40'ı arızalı olan şehirde polislerin çağrılara yanıt vermesi ortalama 58 dakika sürdü. Şehrin yönetimi ekonomik sorunların yanında, siyasi yozlaşma iddilarıyla da çalkalanıyor.

Beşinci sırada yer aldık

$
0
0

Ülke genelinde 37 ilde yer alan, 177 özel müze her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlıyor. Türkiye'de en çok özel müzenin bulunduğu il ise 43 özel müze ile İstanbul. İstanbul'u 34 müze ile Ankara, 11 müze ile İzmir takip ediyor. Gaziantep ve Bursa'da 7'şer, Kütahya ve Aydın'da 6'şar, Eskişehir ve Çanakkale'de 5, Balıkesir ve Edirne'de 4, Malatya, Samsun, Muğla, Nevşehir ve Konya'da 3, Amasya, İçel, Kastamonu, Yalova, Kocaeli, Afyon, Şanlıurfa ve Antalya'da 2'şer, Bartın, Erzincan, Hakkari, Kayseri, Erzurum, Sakarya, Tokat, Düzce, Karabük, Kırıkkale, Zonguldak, Trabzon, Mardin ve Bayburt'ta 1'er özel müze yer alıyor.

KÜTAHYA'DAKİ ÖZEL MÜZELER

Anadolu Kültür Sanat ve Arkeoloji Müzesi:İl Merkezinde, Kütahya Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı içerisinde yer almaktadır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan izinle kurulmuş olup özel müze statüsündedir. Tugay ana girişi yakınındadır. Eski uçak hangarının düzenlenmesiyle oluşturulmuştur. Müzede Kütahya Müzesinin taş eserleri ile Müzenin kendisine ait arkeolojik eserleri, sikkeleri, çinileri ve Kütahyalı sanatçıların yağlı boya tabloları sergilenmektedir. Müze 2005 yılında ziyarete açılmıştır.

Kent Tarihi Müzesi: Kent Tarihi Müzesi, Germiyan Sokakta bulunan Kitabesinde 1912 yılında yaptırıldığı anlaşılan Şapçızade ve Karaca Konakları, Kütahya Belediyesi tarafından restore edilerek, Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan Özel Müze izni ile Kent Tarihi Müzesi olarak açılmıştır. Bahçesinde; dünya'da Çini Sanatının merkezi olan Kütahya'mızın geleneksel ata sanatının üretim aşamaları yer almaktadır." Kent Tarihi Müzesi'nin zemin katında, tarih öncesi dönemden başlayarak, Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyan, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetine ait bilgi, belge ve fotoğraflar bulunmaktadır. Birinci katında Kütahya'da kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerden olan demirci, bakırcı, kalaycı, keçeci, sepetçi, dülger, bıçakçı, semerci, nalbant, saraç, kunduracı gibi meslek gurupları, bölümler halinde mankenlerle ve fotoğraflarla canlandırılmış olup, bunlara ait aletlerin orijinallerine ait dükkanlar yer almaktadır. İkinci katta ise, Kütahya'daki ev yaşamı ve konaktaki odaların iç mekanları gelin, düğün, kına, selamlık, giysiler, yatak odası, mutfak ve halı dokumacılığı gibi günlük hayat canlandırılmıştır.

Jeoloji Müzesi:İl Merkezinde, Börekçiler Mahallesi, Kapan çayı kenarında, bugün aynı adı taşıyan Celal Efendi Mescidi'nin (Şengül Camii) önünde bulunan tescilli tarihi bir yapı olan Şengül Hamamı 16 y.y. dan kalmadır. Kütahyalı seyyah, ilim adamı, yazar ve halk bilimci Evliya Çelebi (1671 -1672) yıllarında Kütahya'yı ziyaretinde hamamlar arasında bu hamamı da saymaktadır. Restorasyondan sonra, bu tarihi mekân, yerel ve ulusal ölçekte yeraltı zenginliklerinin tanıtılması ve sergilenmesi amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan izinle Jeoloji Müzesi olarak 25.04.2008 tarihinde ziyarete açılmış olup, Kütahya Belediyesine bağlı özel müze statüsündedir.

Kütahya yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından son derece zengin bir ildir. Dünyada bulunan 90 çeşit madenin 57 si Türkiye'de, bunun 35'i de ilimiz sınırları içinde bulunmaktadır. Maden ruhsat sayısının en çok olduğu il olan Kütahya; Türkiye bor rezervlerinin yüzde 50'sini, linyit rezervlerinin yüzde 7,6'sını ve seramik hammaddelerinin (feldspat, kuvars, kaolin gibi) çeşit ve rezerv olarak çok önemli bir miktarını karşılaması; manyezit gibi refrakter hammaddesinin de günümüzde üretildiği yegâne yer olması bakımından maden sanayisinde önemli bir yer işgal etmektedir. Kütahya, bu maden kaynaklarına ilave olarak termal ve jeotermal kaynaklarıyla da çok zengindir. Müzede, Eti Bor A.Ş, Eti Gümüş A.Ş, T.K.İ Seyitömer Kömür İşletmesi (SLİ), Tunçbilek Linyit İşletmeleri (GLİ), Yıldız Entegre (Azot), Kütahya Manyezit (Kümaş), Kütahya Belediyesi El Sanatları Üretim Merkezinde (Kestaş) üretilen süs taşları, Kütahya Porselenin üretim aşamaları ve Şaphane' de üretilen şap ürünlerini görmek mümkündür.

Dumlupınar Kurtuluş Savaşı Müzesi: Kurtuluş Savaşımızın cereyan ettiği topraklar üzerinde kurulan ve bu savaşın anısına yaptırılan müze, Kültür ve Turizm Bakanlığından alınan bir izinle 30 Ağustos 1997 tarihinde ziyarete açılmıştır. Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı özel müze statüsündedir. Müzede Kurtuluş Savaşına ait çeşitli silahlar, kılıçlar, fotoğraflar, belgeler, araç ve gereçler sergilenmektedir.

Tavşanlı Belediye Müzesi: Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile 22.02.1989 tarihinde ziyarete açılmış olup, Tavşanlı Belediyesine bağlı özel müze statüsündedir. Eski Belediye Binası olarak kullanılan tescilli sivil mimarlık örneği konağın ikinci katında hizmet vermektedir. Yöreye ait etnografik ve arkeolojik kültür ve tabiat varlıkları sergilenmektedir.


Kentsel Alanların Yeniden Tasarlanması

$
0
0

Hollanda'nın ikinci büyük şehri Rotterdam, dünya çapında avrupanın en büyük limanına ev sahipliği yapmasıyla biliniyor. Fakat peyzaj mimarlığı dünyasında, Rotterdam son yirmi yılı aşkın süredir peyzaj mimarlığını yeniden tanımlayan kişi olan West 8 firmasının kurucusu olan Adriaan Geuze'nin memleketi olarak bilinir. 71 çalışanı olan Geuze; mimarlığı, şehir planlamasını ve kentsel tasarımı biraraya getiriyor ve onun bu disiplinlerarası yaklaşımı kamusal alanların tasarım yollarının değişmesine yardım ediyor. Sadece memleketinde değil farklı bölgelerde de çalışıyor.

48 yaşındaki Geuze Hollanda Almanya sınırı yakınında olan Wageningen Üniversitesi'nde peyzaj mimarlığı okudu ve 1987'de West 8 firmasıyla çalışma hayatına başladı. Geuze, firmanın alışılmadık isminin Hollanda hava raporunun sert rüzgarlar için kullandığı bir terimden geldiğini söylüyor. "Ayrıca telefona kaydetmek için de oldukça kısa bir isimdi" diye ekliyor.

West 8'in atılım yaptığı projesi 1991'de Rotterdam'daki halk meydanı tasarımıydı. Tiyatro Meydanı, el hareketleriyle yakılan vinç şeklinde lambaların da bulunduğu şehrin bu yaya alanı içindeki yükseltilmiş, katılımcı bir alan. Geuze tasarımını, Rotterdam'ın dok alanlarının şiirsel bir yansıması olark adlandırıyor.

Netterlands Kröller Müller Museum'daki Dört Mevsim Heykel Bahçesi (1995-2005), Singapur'un One North Bilim Kompleksi'ndeki Tropikal Park (2004 - sürüyor), Madrid'te şehiriçi otoyolların gömülmesinden sonra alan kazanımının arttırılmasına yönelik hırslı bir master plan (2006 - sürüyor ) tanınmış projeleri arasında yer alıyor.

Şu günlerde West 8 dünyanın iki büyük şehrindeki önemli projeler üzerinde çalışıyor; Londra South Bank'te bulunan, dalgalı haliyle İngiliz kıyı şeridindeki beyaz kayalıkları anımsatan Jubilee Gardens ve Newyork City's Governor's Island'da bulunan büyük deniz parkı.

Adriaan Geuze'yle Rotterdam'daki evinde konuştuk.

West 8 de çalışıyorken mimarlığı, peyzaj mimarlığını ve şehir planlamayı birleştiriyorsunuz. Sizce bu disiplinlerin farklılığı nedir?

Mimarlıkta bir müşteri, bir görev, bir bütçe ve bir konum vardır. Normalde bir parkta siz onu tasarlamayı seçtikten sonra bile bir sürü soru vardır. Amaç ne? Girişler nerde? İnsanlar bu alanı nasıl kullanacak? Bazen bir konum bile olmaz. Bazen bir konum bile olmaz. Peyzaj mimarlığı ve şehir planlamada tasarım ve mimarlıktan daha büyük bir ölçekte iş yaparız. Buna rağmen mimarlığın gerçek farkı daha etkileyici olması. Mimarsanız nihai sonucu belirleyebilirisiniz. Şehir planlama ve peyzaj mimarlığında ise durum bu değil. Sonucu belki etkileyebilirsiniz, hepsi bu.

Kentsel tasarım bölgesel hatta yöresel kalırken, Gotik katedrallerden Modernist ofis blaklarına kadar bina stilleri uluslararası oldu. Bu fark neden?

Bahçe tasarımı ve peyzaj mimarlığı insanların ruhuna daha yakın. Bir park bir kişinin birebir doğa algısının ifadesidir. Doğa algısı ise kişisel değil kültürel bir olgudur. Örneğin İngilizler doğa konusunda Hollandalılardan tamamen farklı bir zihniyete sahipler. Hollandalılar doğayı yapabileceklerine inanır. İngilizler ise doğanın kendiliğinden varolduğuna ve onu koruma zorunluluğuna inanır. Aynı şeyi görüyoruz ancak bu tamamen farklı şeyler ifade ediyor.

Rotterdam'daki Tiyatro Meydanı sizin anahtar projelerinizden birtanesi. Geleneksel bir greenpark yerine, sahne gibi ve oldukçe kentsel bir mekan olan bir meydan yaratmak için sizi heyecanlandıran nedir?

Bu görevdeki bir tanımlamaydı. Meydan tamamen otopark alanının üzerinde bulunuyor bu yüzden ağaç dikemedik. Yapabilmeyi isterdim ama bunun bir yolu yoktu. Meydan'ın kenarını yeşil tasarladık fakat öyle olmadı. Bugün Meydan'ı çevresinde çift sıra ağaç olacak şekilde yeniden tasarlıyoruz. Böylece Meydan çevresinde yeşil bir cephe olacak. Gerçekleştirmeye bu yıl başlıyoruz. Yeşil olmadan mutlu değilim.

Konteyner taşımacılığının gelmesi birçok limanı çoğu insanın ziyaret etmediği hatta görmediği izole ve otomatik zonlar haline getirdi. Rotterdam Limanı nasıl bir yerdir?

İyi havalarda Rotterdam dokları insanlarla doludur. Bir program yoktur ama herkes kendi yolunu buluyor. Tüplü dalmaya, balık tutmaya gidiyorlar, yamaç paraşütü yapıyorlar ya da motorsiklet kullanıyorlar. Burası özel doğa çevresiyle Hollanda'nın tamamından farklı bir yer. Burada deniz ve kara buluşuyor. Kuşlarla ya da çiçeklerle ilginen insanlar buraya gidiyorlar ve çıldırıyorlar çünkü burada daha önce hiç görmedikleri şeyleri görüyorlar. Burada foklar ve balinalar da dahil herşey var hatta insan yapımı olan yeni dok alanlarında orkideler bile bulabilirsiniz.

Jubilee Gardens için yaptığınız tasarım birkaç yıl önce bitti ancak çalışma neden henüz başlamadı?

Belediye Eski Başkanı Ken Livingstone kente yeşili getirmenin çok önemli olduğunu düşünüyordu ve tüm araziyi kontrol edebilmek için bir stratejisi vardı. Buranın durumu oldukça karışık. Toprak altının bir kısmı bir gayrımenkul şirketine ait. Hava hakları genel merkezi parkta yer alan Shell'e ait ve miras yoluyla kalan bazı korumalı görünümlü koridorlar var. Livingstone daha fazla kontrolcü davranıyordu fakat buna rağmen yasal şeyler yapmak zorundaydı. Şimdi 2008'de seçilen yeni Belediye Başkanı Boris Johnson'ın yeni bir stratejisi var. Bu stratejinin hak sahipleri arasında herhangi bir park yapılması için anlaşma ağlayacağına inanıyorum.

İklim değişikliğinin dünya çapında su seviyelerini yükseltmesi bekleniyor. Hollanda ne tarz problemlerle karşılaşacaktır?

Hollanda ağır bir saldırıya uğrayacaktır. Deniz seviyesi yükselecek ve daha yüksek hendekler inşa etmemiz gerekecek hatta karanın bir kıssmından bile vazgeçebiliriz. Gelecekte aşırı bir kuraklıkla karşı karşıya kalacağız. Rhine Nehri'nde botlar için bile yeterli su kalmayacak. Hollanda'da yeterince nehir suyu kalmadığında hendeklerin ve kum tepelerinin altından denizin etkisi artacak ve bu bitkileri öldürecektir. Problem şu ki iklim değişikliğinden dolayı Hollanda peyzajı daha çok pompalamaya ihtiyaç duyacaktır. Pompalamanın tarihsel etkisi ise organik toprakların azalması ve böylece Hollanda'nın tamamen batmasıdır.
Hiç şüphesiz ki Hollanda'nın ciddi problemleri olcaktır. Ama iyi haber şu ki Hollandalıların iki yeteneği var. Bir kara yapmak ve bittiğinde bu karayı boyamak. Bu Hollanda kültürü. Büyük yazarlarımız yok ya da iyi müziğin ülkesi olarak bilinmiyoruz. Bizim gezegendeki konumumuz bir arazi yapmak ve bunu boyamak.

Yani Hollanda kaderine terkedilmiş değil?

Hollanda vazgeçilecek son ülkedir.

Bostanda arkeolojik tahribat uyarısı

$
0
0

Yedikule Bostanları'nda İBB'nin süs havuzlu park projesi için iş makineleri 6 Temmuz'dan beri kazı ve molozla dolgu yapmaya devam ediyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ise bostanlarda yaptığı inceleme sonucunda tarihi kara surları boyunca 1 metreye varan derinlikte kazı ve arkeolojik dokuda tahribat yapıldığını tespit etti. Derneğin 2 No'lu Yenileme Alanları Koruma Kurulu ve Arkeoloji Müzesi'ne teslim ettiği raporda "UNESCO dünya miras listesinde kara surlarının koruma bandı içinde kalan bu alan, ayrıca sit alanı olan tarihi yarımadanın bir parçasıdır ve tarihi yarımada içindeki kazılar arkeoloji biliminin gereklilikleri doğrultusunda, müze denetiminde yapılmalıdır" dedi. Dernek yetkilileri, iş makinelerinin surlara bu kadar yakın çalışmasının surların statiği açısından da sakıncalı olduğunu belirtti. Arkeoloji Müzesi'nden arkeologların burada denetim yapabilmesi için II No'lu yenileme kurulunun izni gerekiyor.

Dernek, 2 No'lu yenileme kuruluna "Kazılar ve tahribat bilginiz dahilinde midir?","Sorumlular hakkında yasal işlem yapılmış mıdır?", "Yarımada genelinde planlanan her türlü inşaat ve projede kültür katmanlarıyla karşılaşabileceği karar sürecinde göz önüne alınmakta mıdır?" ve "Osmanlı ziraat tarihi açısından son derece önemli pek çok tarihi bostan kuyusu, ahır, müştemilat vb. kültür varlığının kurul tarafından tespiti yapılmış mıdır?" diye sordu. 2 No'lu yenileme kurulu ise iki gündür sur dibinde iş makinelerinin çalışmaya devam etmesine rağmen derneğin sorularına cevap vermedi.

Bostanların sökülmesi tüm planlara aykırı

Tarihi Bizans'a uzanan bostanların sökülmesi bölgenin mevcut imar planlarına da aykırı. UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme gereği 2011'de İBB tarafından hazırlanan 'İstanbul Tarihi Yarımada Yönetim Planı'nda, "Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır" maddesi var. Ayrıca 'Doğal niteliğini korumuş bostan alanları' 2. Derece Koruma Bölgesi olarak listelenmiş. Fatih İlçesi Kentsel Sit Alanı 1/5000 Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı'nda da tarihi bostanların korunması gerektiğine dair aynı madde mevcut.

"Kent Suçları" Belgelendi

$
0
0

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Fotopya'nın düzenlediği yarışma, Türkiye'nin en güncel sorunlarından biri olan planlı ve plansız yapılaşma üzerine gerçekleştirildi.

Yarışmanın konusu şöyle açıklanmıştı:

 "Kentlerimizdeki çarpık ve plansız yapılaşmalara son yıllarda bir yenisi eklendi: 'Saygısız ve planlı yapılaşma'...

Özellikle kent silüetini tahrip eden 'azman' yapılar; tarihten gelen kimlikli peyzajları yok eden 'şımarık' binalar; korunması gerekli tarihi ve özgün dokuları delik deşik eden 'otomobil sevdalısı yol ve kavşaklar' gibi uygulamaların, örneğin geçmiş yıllardaki gecekondulardan ve kaçak yapılardan en önemli farkları 'planlı' olmaları...

"Çünkü yetkililer bu gibi 'kente karşı suç' niteliğindeki uygulamaları artık 'planlayarak' gerçekleştiriyorlar; aynı uygulamaların yatırımcıları da yine yetkililerden genellikle özel siyasi, ticari ya da başka tür yakınlıklarla alınmış 'ayrıcalıklı izin'lerle amaçlarına ulaşıyorlar."

Tüm katılımcıların fotoğraflarına buradan ulaşabilirsiniz.

Kazananların Listesi

1. Ödül: Garip Yörük - Giresun
2. Ödül: Erkan Kalenderli - İstanbul
3. Ödül:İzzet Uğur Ölmez - İstanbul
Jüri Özel Ödülü: Levent Bayraktar - İstanbul
Mansiyon:
Mustafa Gezer - Kocaeli
Hatice Karakan - İstanbul
H. Bahar Kaleli - İstanbul
Arzu İbranoğlu - Kocaeli
Şener Yılmaz Aslan - İstanbul
Murat İbranoğlu - Kocaeli

Bakanlık, Gezi için Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurdu

$
0
0

Topçu Kışlası'nın yapımında ısrarcı olan Kültür Bakanlığı ise karşı bir hamle yaptı ve kararı Bölge İdare Mahkemesi'ne götürdü. Bölge İdare Mahkemesi, dosyayı inceleyecek ve kararını verecek. Bölge İdare Mahkemesi'nin kararı kesin olacak.

Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği'nin, "Topçu Kışlası süsü verilen AVM yapılmasına olanak tanıdığı"öne sürülen Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali için açtığı davada idareden yeni itiraz geldi. Yürütmenin durdurulmasına yaptığı itiraz reddedilen Kültür ve Turizm Bakanlığı, kararı Bölge İdare Mahkemesi'ne götürdü. Dosya, inceleme için Bölge İdare Mahkemesi'ne gönderildi, verilen karar kesin olacak. İstanbul 1. İdare Mahkemesi de Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ni 6 Haziran 2013 günü iptal etmişti.

YÜRÜTMEYİ DURDURMADA İKİ KARAR

İstanbul 6'ncı İdare Mahkemesi'ndeki davayı Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği açtı. Dernek, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açtığı davada, "Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi" yapılmasına olanak tanıdığı öne sürülen 27/02/2013 tarihli Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istedi. Dernek, Gezi Parkı'na polisin sert müdahalesinin geldiği ve olayların ülke çapına yayıldığı 31 Mayıs'ta mahkemeye başvurarak, parktaki ağaçların kesilmeye başlandığı gerekçesiyle Koruma Yüksek Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasını istedi. Mahkeme aynı gün oy çokluğuyla yürütmeyi durdurdu.

ÜST MAHKEMEYE İTİRAZ ETTİ

Davalı Bakanlığın yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraz mahkemece 2 Temmuz'da yine oy çokluğuyla reddedildi. Bakanlık geçen hafta Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurdu ve yürütmeyi durdurma kararına yaptığı itiraza ret kararının kaldırılmasını istedi. Dosya, itirazın incelenmesi için talep üzerine Bölge İdare Mahkemesi'ne gönderildi. Kararın ardından esasa devam edilecek. Gezi Parkı'na Topçu Kışlası'nı da içeren Taksim Yayalaştırma Projesi'nin iptal edildiği, 6'ncı İdare'nin yürütmeyi durdurma talebini ret gerekçesinde ortaya çıkmıştı.

İDARE PROJEYİ İPTAL ETTİ

Taksim Yayalaştırma Projesi ile Gezi Parkı'nın 'Taksim Kışlasına' çevrilmesinin önünü açan 17.01.2012 tarihli, 1/5000 ve 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Plan tadilatlarına Şehir Plancıları ve Peyzaj Mimarları ve Mimarlar Odası tarafından 1. İdare Mahkemesi'nde dava açılmıştı. 3 kişilik bilirkişi heyeti, plan tadilatlarının şehircilik, planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu kanaatine vardı. Mahkemenin, Gezi olaylarının sürdüğü 6 Haziran 2013'te Taksim Yayalaştırma Projesi'ni iptal ettiği ortaya çıktı. Karar, Taksim'de yayalaştırma, battı-çıktı, Gezi Parkı ve Topçu Kışlası gibi tüm projeleri kapsıyor.

Miami Beach'te İyi Kentsel Tasarım Kaybediyor

$
0
0

Her iki mimar da iyi tasarımlar yapmalarına rağmen projeye kendi sıkıcı damgalarını vurmak isteyen bürokratlara yeniliyor.

Aylardır dünyaca ünlü mimarlar Rem Koolhass ve Bjarke Ingels öncülüğünde tasarım ve geliştirme ekibi olarak ikiye ayrılan ekipler Miami Beach Kongre Merkezi'nin ve onu çevreleyen ve Miami Beach'in kalbindeki 52 dönümlük alanın yeniden şekillendirilmesi için rakip görüşler üretiyorlardı.

Tüm şehrin ilgiyle takip ettiği 1,1 milyar Dolarlık proje yarışmasının bu ayın sonunda zirveye çıkması planlanıyor.

Bunun yerine kent yöneticisi Jimmy Morales bu hafta şehrin tüm bu süreçten kurtulabileceğini duyurdu. Morales, proje için kongre merkezi ve otel projesi lehine olacak şekilde, radikal bir küçülme, konut ünitelerinin plandan çıkarılması ve satış alanlarının da azalmasını öneriyor.

Başka sözlerle Miami Beach en iyi geliştiricileri ve tasarımcıları şehre davet etti. Şimdi de onlardan Miami Beach'e Florida tarzı küçük kasabalar için yapılan şehir planlamasını yapmalarını isteyecekler. Bütün zekice konuşmaları ve süslü çizimleri takdir etmekle beraber en sonuda istediklerinin bu olmadığının farkına vardılar. Geliştirici ve tasarımcı ekiplere devam etmek isteyip istemediklerine dair karar vermeleri için bir tarih verildi.

Neden istesinler ki? İyi kentsel planlama, cesur fikirler, net talimatlar ve tecrübeli eller gerektiriyor. Miami Beach, aylarca süren planlama ve tartışmalardan sonra yukarda yazanlardan hiç biri olmadan temel kurallarda radikal değişiklikler gösteriyor. Bu son dönemeçten öncesinde de şehir, şehir dışından gelenler tarafından yapılan cesur planlardan rahatsızdı.

Miami Herald Gazetesi'nde mimari yazar Beth Dunlop, şehrin bu sürecin kontrolünü eline alması gerektiğinden bahsetti. "Şehrin gerçekten kritik olan kamusal alan kuşağını dönüştürecek bir plan yaratma konusunda özel geliştiricilere sormak, birçok yönden hükümetin yetkilerinin fesedilmesi demektir. Kentsel planlamada tersten iş görmenin iyi örneklerinden biri de yakın tarihimizdedir." diye yazdı.

Birçok yönden bu tabii ki tamamen yanlış. Çeşitli amatör şehir komitelerinin ve özel ilgi alanları olan gruplarının proje özelliklerini dikte etmesine izin vermek, az ilgi duyulan ve kimseyi rahatsız etmeyen mülayim tasarımların olmasını garanti eden, komiteyle tasarlamanın bir tanımı.

Şehrin yetkilileri öngörülü değiller. Hiçbirinin özellikle halkın ilgisini temsil eden iyi bir sicili bile yok. Onlar politikacılar ve bürokratlar.

İyi kentsel tasarım, politikacıların ve bürokratların belirli parametreleri belirginleştirip sonra da kenara çekilmelerini gerektiriyor. Eğer sürecin sonu halk oyuysa, bunu yapın. Halkın karar vermesine izin verin. Şehrin rolü, belirlenen esaslar dahilinde uzmanlara bir vizyon oluşturmak için izin vermek.

Dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde, büyük kentsel ortamlar bu süreci anlamış güçlü sivil liderler tarafından yapılıyor. Bürokrasiyi kolaylaştırıp, mimar ve tasarımcıların fikirlerini benimsiyorlar. Geliştiriciler ve mimarların toplum çıkarlarını anlamasıyla da kamu girdisinin sürece önceden katıldığı garanti ediliyor.

Bürokratların rolü, yaratıcı süreci özel ilgilerin aşırı bol olduğu durumlardan uzakta tutmak. Tasarımcılar tasarım yapmak için izinli olmalılar. Bu onların işi. Heyecan verici ve şehirleri dönüştüren mekan ve binaları yaratmaları için sanatçıları serbest bırakın. Onlara net hedefler ve ana esaslar verin ve yeteneklerini kullanmalarına izin verin.

Bu Maimi Beach'in yapmakta olduğu değil ne yazık ki. Onlar bulanık mesajlar, belirsiz hedefler ve tekrarlanan uyarılar sunuyorlar. Çünkü bu bölge için ne istediklerini kendileri de bilmiyorlar.

Eğer şehrin yöneticileri Koolhaas ve Ingels tarafından yapılan planlardan hoşlanmadılarsa, bir sorun yok ama şehir yöneticileri bir kamu projesini özel geliştiricilere vermemek için açıkça inat ediyorlar. Bu biraz geri kafalılık da olsa anlaşılabilir.

Fakat şimdi genel konsepti değiştiriyolar ve yapılacak her yeni tasarım eski hatalar ve basit kurallar tarafından baltalanmış olacak. Yaratıcılık ve görüş olanağını ortadan kaldırıyorlar. İçinden tutkuyu ve hırsı çıkarmak bunu daha iyi bir proje yapmayacak sadece daha küçük bir proje yapacak.

Miami Beach, iyi bir kentsel tasarım nasıl yapılmazın kitabının bir örneğini sunuyor. Gitgide yenilikten ve büyük resmi düşünmekten uzaklaşıyorlar ayrıca burada hata yapılacak yer projeyi kongre merkezinin yeniden tasarımı olarak indirgemek olacak. Kentsel tasarım çalışmalarınına bürokratların öncülük etmesine izin verirseniz böyle olur.

 
BIG'in önerisi


OMA'nın önerisi

OMA, Miami Kongre Merkezi İçin Teklifte Büyük Kazandı


Miami Beach Kongre Merkezi'nin geliştirme projesinin hareketli yarışmasıyla geçen birkaç aydan sonra Miami Beach şehir komisyonu Rem Koolhaas ve OMA'nın eğrisel modern teklifini kazanan olarak seçti.

Yarışma Mayısta, OMA ve patronu Bjarke Ingels daha önce OMA için çalışmış olan BIG finalist olarak seçildiğinde tekrar ateşli hale geldi. (Bu iki tasarımın da kıvrımlı ve yeşil alan eklemelerine sahip şeklinde tanımlanmasına yardım etmedi.)

Şimdi Koolhass varolan kongre merkezinin onarımını yapabilmek için Miami tabanlı bir firma olan UIC ve South Beach Ace olarak bilinen bir takımın kurucusu olan peyzaj mimarı Raymond Jungles ile iş birliği yapacak.


OMA'nın konut kompleksi, kültür merkezi ve ek olarak 20.000 m2 satış alanı içeren özgün projesinin yerine komisyon sadece alanın batı tarafında bir kamusal park inşaatı yapılmasına izin veren küçük ölçekli versiyonu tercih etti.

Tasarım mevcut binaların etkisini en aza indip kongre binasını alanı çevreleyen semtler için canlı bir çekirdek haline dönüştürerek kentsel bölgeyle kongre merkezini yeniden bağlamayı amaçlıyor.

Alanı yeni inşaat için boşaltıp temizlemektense OMA'nın tasarımında yer alan 800 odalı otel, geniş pencereleri, geri çekilmiş çatısı ve yay şeklindeki formuyla mevcut kongre merkezinin üzerinde yer alıyor.


Alanın çevresinde çok miktarda bulunan kamusal yeşil alan önerisi uygulanıyor. Hatta bu alan Florida standartlarına göre son derece yüksek olan 15 metre yüksekliğindeki yapay bir tepeyi de içeriyor.

Miami'nin ışıltısını ve canlılığını yansıtacak şekilde yeni merkezin cephesi geceleri florasan lambalar ve pikselli tabelalarla aydınlatılacak.

Miami'nin modernlikteki sürekli çıkışıyla sayıları oldukça artan modern binaların aksine OMA'nın teklifi yeni inşaat alanlarının ve kentsel dönüşümün yoğunluğunu azaltıcı konforlu bir ortayol buluyor.


Kasım'da yapılan halk oylamasının verdiği onayla, yeniden canlandırılmış Miami Kongre Merkezi 2018'de açılacak.

Somfy Türkiye Facebook ve Twitter'da...

$
0
0

Bu sene dördüncüsü gerçekleştirilen TV reklam kampanyasının ardından, Facebook ve Twitter'da müşterileriyle buluşan Somfy hakkında kampanya olanakları, yetkili satıcı ağı ve ürünler hakkında detaylı bilgiler artık çok hızlı takip edilebilir.

Fransa'nın Cluses şehrinde 1969 yılında kurulan Somfy, tüm dünyada ürünlerinin son kullanıcıya ve profesyonel çözüm ortaklarına dağıtımını gerçekleştiriyor. Somfy dünya genelinde 7.000 çalışanı ve günlük 70.000 adet motor üretim kapasitesine sahip.

W: www.somfy.com.tr

F: facebook.com/SomfyTurkiye

T:twitter.com/SomfyTurkiye

BTM'nin Web Sitesi Yenilendi

$
0
0

www.btm.co adresinden ulaşılabilen web sitesi modern tasarımı ile göze hitap ederken, kullanıcı dostu olmasıyla da, istenen her türlü bilgiye en kısa yoldan ulaşılmasını sağlıyor. Yeni tasarımda referanslar güncellendi ve kullanıcılar tarafından en çok aranan ürün teknik föylerine, kalite belgelerine ve güvenlik bilgi formlarına (MSDS) ulaşmak ve onları yazıcıdan çıkarmak artık çok kolay.

Web sitesinin ana banner alanında BTM ile ilgili en güncel haberler, yeni ürün ve video duyuruları yer alıyor. Bu alan her an güncellenen bir alan olarak, kullanıcıların en son bilgiye direkt olarak ulaşmalarını sağlıyor. 37 yıldır yalıtım sektöründe birçok ilki gerçekleştirmiş olan BTM'nin yeni web sitesi, yalıtım konusundaki tecrübesinin bir aynası olarak kullanıcıların yalıtım konusunda merak ettiklerine cevap oluyor.


Cihangir Parkı'nda 13. İstanbul Bienali Konuşulacak

$
0
0

İKSV tarafından 13. İstanbul Bienali'yle ilgili olarak yapılan açıklamada bienalin bu sene ücretsiz olacağı ve 14 Eylül 2013 tarihinde açılacal bienalin 10 Kasım 2013 yerine 20 Ekim 2013 tarihinde sona ereceği belirtildi.

Kamusal alan fikrine odaklanması planlanan bienalin küratörlüğünü Amsterdam'daki SKOR Sanat ve Kamusal Alan Vakfı'nın 2008'den beri direktörlüğünü sürdüren Fulya Erdemci yapıyor. 1994-2000 yılları arasında İstanbul Bienali'nin direktörlüğünü üstelenmiş olan Erdemci İstanbul'da yayalar için ilk kamusal sanat etkinliği olan "İstanbul Yaya Sergileri"ni 2002 yılında başlattı. Serginin ikincisi, Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi'nde 2013 Türkiye Pavyonu küratörü Emre Baykal'ın eş küratörlüğünde 2005 yılında devam etti. İstanbul'da çeşitli küratöryel çalışmalarla pekiştirdiği kariyerine ek olarak pek çok uluslararası kültür ve sanat etkinliğinde direktör, danışman ve seçici kurul üyesi olarak yer aldı. 13. İstanbul Bienali'nden öncesinde ayrıca, Ayşe Erkmen'in Plan B adlı eserinin yer aldığı Venedik Bienali 54. Uluslararası Sanat Sergisi'nde 2011 Türkiye Pavyonu'nun küratörlüğünü yaptı.

Lale Müldür'ün "Anne, ben barbar mıyım?" adlı kitabından yola çıkarak başlığı belirlenen bienal, daha henüz başlamadan pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Gezi Parkı olayları sonrasında kamusal alan algısının ve bu algıyla varlık bulan değerlerin eksen değiştirmesiyle bienal takipçilerinin soruları artarken bienalin uyandırdığı merak da yoğunlaştı...

3 Temmuz 2013 Çarşamba günü Cihangir Parkı'nda yapılan ve Fulya Erdemci'nin de katıldığı forumun devamı niteliğine ikinci bir forum yapılacak. 22 Temmuz Pazartesi günü saat 18.30'da başlayacak forumla ilgili olarak İstanbul Bienali Sergi Direktörü Kevser Güler sosyal medya üzerinden şu daveti paylaştı.

"Sevgili Arkadaşlar,

3 Temmuz Çarşamba günü Cihangir Parkı'nda gerçekleştirdiğimiz forumda bir araya gelmek bizi çok sevindirdi. Gezi öncesi ve sonrası ile 13. İstanbul Bienali'ni konuşma ve tartışma fırsatı bulmuş olduk.

Forumu Fulya Erdemci Gezi deneyiminin dönüştürücü potansiyeline ve yaratıcı enerjisine işaret ederek açtı ve bu bağlamda Bienalin odak noktasını oluşturan "politik bir forum olarak kamusal alan mümkün mü" sorusunun bir olasılık olmanın ötesine geçip tecrübenin alanına girdiğini ifade etti. Fulya, Gezi öncesi Bienal için kentsel kamusal mekanlar için düşündüğü projeler olduğunu, ama bu projelerin aktivist/spontane sanat projeleri olmadığını, çünkü bu tür projelerin kurumsal çerçevelerin içine girdiğinde ehlileşip güçlerini kaybettiğini düşündüğünü dile getirdi. Kamusal alanın tüm dönüştürücü gücüyle kullanılmasına şahit olduğumuz Gezi direnişi sonrasında, Fulya bienali sokaklardan meydanlardan kapalı sergi mekanlarına çekmeyi, ve ortaya çıkan kamusallığın altını çizmekten yana tavır almayı düşündüğünü ifade etti. Katılımcılardan gelen sorular üzerine, 13. İstanbul Bienali Kamusal Programları'nın protesto edilmesi ve beraberinde gelişen olaylar üzerinde tartışıldı. Sanat ve kurum ilişkisi üzerinde duruldu ve kurumların yerine getirmesi beklenen ilk ilkenin şeffaflık olduğu üzerine gidildi.

Konuşmamıza devam etmek üzere, 22 Temmuz, Pazartesi günü 18:30'da Cihangir Parkı'nda bir forum daha gerçekleştirmek istiyoruz. Bu forumda Bienal ile ilgili önerileri, fikirleri ve eleştirileri konuşmayı, Bienal formatının taşıdığı potansiyeli ve etkinliğini tartışmayı, geçen hafta Fulya'nın özetlediği 13. Bienal'in önerileri üzerine beraber düşünmeyi diliyoruz.

Katılabilirseniz çok memnun oluruz.

Sevgilerimizle,

Kevser
İstanbul Bienali"

*Fulya Erdemci'nin fotoğrafı bienalin internet sitesinden alınmıştır. Fotoğraf Evert Elzinga'ya aittir.

Tarihi Milas Evleri Kurtarılmayı Bekliyor

$
0
0

19'uncu yüzyılda ve 20'inci yüzyılın başlarında inşa edilmiş bu yapıların birçoğunun yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması Muğla'nın Milas İlçesi'nde sahipleri tarafından kaderine terkedilen tarihi evler ayakta kalma mücadelesi veriyor. 19 Yüzyıl da ve 20'nci Yüzyıl ın başlarında inşa edilmiş bu yapıların birçoğunun yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması gorenlen uzuyor Mılas'ta tarihi değerierı tescıllenmış ev camı türbe han ve hamamlardan oluşan 181 yapı bulunuyor. Yapıların yaklaşık 120 sı şehir merkezinde yer alan evler konaklar oluşturuyor Milas'ın dar sokaklarındaki hemen hemen hepsi iki katlı cumbalı ahşap yapı olan bu evler özgün baca yapılarıyla on plana çıkıyor. Bu yapıların birçoğu günümüzde sahipleri tarafından kullanılmadığı ve terkedildiği için yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Konaklarını ve evlerini yeniden kullanabilmek için tadilat yapmak isteyen mal sahipleri uzun suren prosedürler ile onarım giderlerinin yüksekli ğınden şikayet ederken birçok ev de birden fazla varisi bulunduğu ve gerekli anlaşmaların sağlanamadığı için kaderine terkedilmiş durumda.

PROSEDÜR GÖZ KORKTUYOR

Tescilli bir evin restorasyonu için öncelikle rolevesının ve buna uygun restorasyon projesinin hazırlanması gerekiyor. Bunların toplam maliyeti neredeyse 30 bin lirayı buluyor. Daha sonra Anıtlar Kurulu'ndan restorasyon için onay alınması gerekiyor. Anıtlar Kurulu'nun konuyu gündeme alıp goruşup karar vermesi için de raportörlerin birkaç kez gelip gitmesi ve raporlarını hazırlamaları gerekiyor. Tüm bu işlemler ve ardından Anıtlar Kurulu'nun restorasyon için onay vermesi için çok uzun bir zamana ihtiyaç oluyor. Böylesine uğraştırın bir süreç de ev sahiplerini daha işe başlamadan korkutup caydırıyor. Tescilli yapıların yeniden ayağa kaldırılması amacıyla Kültur ve Turizm Bakanlığı Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarıma Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmelik kapsamında hibe yardımları yapıyor. Fakat evini onarmak isteyen vatandaşlar bu karşılıksız hibe yardımlarını yetersiz buluyor. Turizmin giderek kıyılardan iç bölgelere çekilerek kültür tunzmının amaçlandığı bir süreçte dünyaca unlu Bodrum'un komşusu olan Milas'ın tarihi evlerinin restore edilerek turizme kazandırılmasını isteyen Milaslılar bizler tarihi evlerimiz var diye adeta cezalandırılıyoruz ya onarım işlemleri kolaylaştırıIsın yada evlerimiz kamulaştırılsın Bakanlığın vereceği hibe destekler gelene kadar zaten evlerimiz harap olup gidiyor. Para gelse de onarım için çok yetersiz kalıyor dedi.

'SİVİL MİMARLIK ÖRNEKLERİ GELECEK KUŞAKLARINDIR'

Milas'ta 7 yıldır Maylasa Mimarlık Muh Proje Inş Ltd Ştı olarak tescilli binaların yeniden ayağa kaldırılması için çalışmalar yürüttüklerini anlatan Yüksek Mimar Atılla Düz eski konak ve evlerin sahiplerinin restorasyonlar için ilgisiz olduklarını ileri surdu. Mılas'ta bulunan tescilli yapıların sahiplerinin yaşam alanları olan evlerinden çok apartman dairelerini sevdiklerini öne suren Duz 'Binamızı Kültür ve Turizm Bakanlığı yapsın. Biz de para yok diyenler bir sure sonra evlerinin içine izinsiz uygulamalar yapabiliyorlar. Bu yapıların tapuları mülk sahiplerinde olsa da yaşayan tarih ve sivil mimarlık örnekleri gelecek kuşaklarındır Doğmamış çocukların geleceğini bencilce kullanmak insanoğlunun manevi duyguları ile bağdaşmaz" dedi.

24 BİNANIN RESTORASYON PROJELERİ TAMAM

Milas'ın medeniyetlere beşiklik yapmış tarihi kültürü örf ve ananeleri ile görülmeye değer bir cennet olduğunu belirten Duz 'Eğer Milas'a sahip çıkmazsak gelecek kuşakları torunlarımızı anlatacağımız hikayemiz olmaz. Restorasyon başlı başına kanser hastalığına benzer. Restorasyonu severseniz kanser hastalığını yenersınız. Şayet sevmezseniz tarihin içinde yok olursunuz ve tarih sizi asla affetmez. Şu ana kadar Mılasta rölove, restorasyon, restıtusyon pro|e hibesi alan ve projeleri tamamlanan 24 binamız bulunuyor. Bunların 111 tarafımızdan Kültür Bakanlığı Müzeler ve Kültür Varlıkları Koruma Müdürlüğü'nün karşılıksız hibelerinden faydalanılarak yapıldı. Bakanlıktan çıkan hibe miktarının üzerine mülk sahipleri de bütçe ilave ederek hak edilen hibe kullanılıyor diye konuştu. Basit onarım için vatandaşların ilgili Belediyelerin Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) birimi aracılığı ile Kültür Varlıkları Kurullarına başvurması gerektiğini de belirten Duz, kısa surede bu tur onarımlar için izin çıkıyor dedi.

3. Köprü, Hukuksuzluk ve Birkaç Ağaç Meselesi…

$
0
0

Oysa sahip olduğumuz tek manzara o ağaçlardı.

Ağaçlardan daha iyi niyetli canlılar biliyor musunuz?

Şimdi yaşadığım yerin çok yakınında bir bölgede günde 8-10 bin tane ağaç kesiliyor. Hızla ve hiç ara verilmeden. Her gün!

Bütün bir orman, ağaçlar, ekosistem budanacak, on binlerce canlı yok edilecek ve birileri yerine 'şahane' bir manzara koyacak.

Yollar, köprüler, binalar, insanlar, insanlar ve insanlar... Hayal edin!

Kuzey ormanlarının en az üçte biri yok olacak, içme suyu havzalarımız daha da kirlenecek, oksijenimiz giderek azalacak, kentimizin su sorunu ağırlaşacak...

Ama ne gam? Durmak yok, yola devam...

29 Mayıs 2013 sabahı, hiç bir üst ölçekli plan kararına uygun olmayan; İstanbulluların yaşamsal gereksinimleri ile uzaktan yakından ilgisi bulunmayan; gelecekte temiz havaya suya ve toprağa erişmemizi imkânsız kılacak 3. Köprü projesinin temeli, Başbakan tarafından bir fetih havasında atıldı.

Böylece bir dünya, doğa ve kültür mirası olarak ilan ve tescil edilmesi gereken; 1. dereceden doğal sit alanı olan Boğaziçi hızla, büyük bir imar kirliliği ve rant sömürüsünün tehdidi altına girdi.

Hakkında açılmış onlarca itiraz ve yürütmeyi durdurma davası varken ihalesi yapılan ve temeli atılan 3. Köprü projesi, hukuk dışı biçimde yürütülmekte, tüm İstanbul'un yaşam kaynaklarından biri olan kuzey ormanlarına ve su havzalarına yönelik bir katliam gerçekleştirilmekte.

Köprü ayaklarında ve güzergâhında daha şimdiden yüzbinlerce ağaç kesildi ve kesilmeye devam ediyor.

1 Haziran'dan bu yana Belgrad Ormanı'nda en iyimser tahminle her gün en az 8-10 bin ağaç kesiliyor... İki yüz ayrı bölgede ağaç kesimi yapıldığını söylüyor konunun takipçisi STK'lar. "Bu işin yüklenicisi olan taşeron firma ya da firmalar üçer dörder kişilik gruplarla iki yüz ayrı noktada ağaç kesiyorlar. Bunlar ağacı kesiyorlar, buduyor ve kamyonlarla taşıyarak istif bölgesine götürüyorlar... Bir ekibin her gün ortalama 50 ağaç kestiğini hesap edin..." diyorlar.

Bütün bunlar olurken, muhalefet partileri ve projeye şerh koyanlar köprünün adının ne olacağına kafa yoruyor!

Yine bütün bunlar olurken, bir kaç gün önce köprünün 'yanlış güzergâhta seyrettiği' haberlerini alıyoruz.

Ardından, Ulaştırma Bakanı "Sonradan fark edilen göç yolları ve su havzaları gibi ufak tefek problemlerden dolayı projede 'hafif' sapmaların olduğunu ve bunların 'projeye işlenmesi' gerektiğini, bütün sorunun da bundan ibaret olduğunu belirterek yüreğimize su serpiyor.

Yaklaşık iki buçuk milyon ağacın kesilmesinin planlandığını biliyorduk. Bakanın sözünü ettiği 'hafif' sapmaları da hesaplarsak eğer 3. Köprü yapılırsa nasıl bir doğa katliamına vesile olacağını siz hesaplayın.

Ama elbette sorun 'bir kaç ağaç' meselesi değil.

Sorun 'bir kaç milyon ağaç' meselesi de değil. "İki milyon ağaç kesilebilir ama biz onun beş katını dikeriz," diyen Sayın Bakan; bir ağaç asla ve yalnızca bir ağaç değildir... Bir orman da yalnızca ağaçlardan ibaret değildir.

Ağacı kesiyorsunuz ama ağacın dışında orada yaşayan on binlerce canlı türü var. Bilim insanları diyor ki; bir tane kuru ağacın gövdesinde on bine yakın gözle göremediğimiz canlı türü yaşıyor.

Bunların her biri, diğerine 'ortak yaşam' bağlarıyla bağlı; doğru konfigürasyonda bir araya gelmezlerse hayatta kalamaz ve üreyemezler. Bütün bunları tahrip ettiğinizde yeniden oluşmaları yüzlerce yıl alacak.

Ormanda yaşayan karacalar, tavşanlar, kanatlılar, mantarlar, binlerce farklı bitki, hepsi, her şey... Dünyayı döndüren küçük şeyler...

"Orman eviniz gibidir, ona evinize baktığınız gibi bakmanız gerekir," diyen Sayın Vali (Mutlu) orman sizin 'eviniz' değildir!

Evinize girer gibi ormana giremezsin. Girerseniz bozarsınız, bütün bir ekosisteme zarar verirsiniz. Geleceğimize zarar verirsiniz.

Sayın iktidar sahipleri, yetkililer, kanun yapanlar ve uygulayanlar, her konunun uzmanları, en bilenler; bütün bunları kavramaktan 'acizseniz' en azından bu trajedinin farkında olan sıradan insanlara bir kulak verin?

Bunu sadece bir iktidar sorunu, bir rant paylaşma, bir yangından mal kaçırma, bir 'ben yaptım oldu!' sorunu olarak görmeyin?

Bu kadar büyük projede güzergâh değişikliği yapım sırasında ortaya çıkar mı?

Bütün bunları böyle fütursuzca eyleme yetkisini size kim veriyor? Bu yetkiyi veren kanun nerede yazılı? Bu 'hukusuzluk destanı'nı kim yazmış?

3. Köprü Projesi -diğer her şeyin yanında- neden bir 'hukuksuzluk destanı'dır hatırlayalım...

Çünkü:

ÇED raporu (Çevre Değerlendirme Raporu) yok!

ÇED raporu söz konusu olduğunda proje alanının florası, faunası, jeolijisi, iklimi, merkezi, çevresi, yapılması düşünülen projenin tüm bunlara olası olumsuz etkileri hepsi değerlendirilmek zorunda.

Eğer olsaydı şimdi Ulaştırma Bakanı çıkıp "göç yollarına denk geliyordu, su havzaları güzergâhında olduğunu fark ettik, o yüzden değişiklik yapılacak v.s." diyemeyecekti Çünkü zaten ÇED raporunu içinde bunlar yer alacaktı ve o zaman da yapılma izni zaten çıkmayacaktı.

Eğer olsaydı misal biz "İstanbul, Avrupa'nın üçüncü en önemli kuş göç yollarına ev sahipliği yapıyor. Süzülen kuş türü sayısı 30'un üzerinde ve leylekler hariç bunların tamamı yırtıcı kuş türleri... Her yıl yüzbinlerce kuş bu alandan süzülerek göç ediyor..." bilgisine sahip olacaktık.

Nazım Planı yok!

Bir şehrin nazım planı en az 5-6 yılda hazırlanıyor ve pek çok uzman kurum ve kişinin bir arada çalışmasını gerektiriyor. İstanbul'un elbette AKP tarafından da hazırlanmış bir 'Nazım Planı' var ancak bunun içerisinde son bir kaç yıl içinde hızlıca piyasaya sürülen, 3. Köprü projesi yok, 3. Hava Alanı projesi yok. Kanal İstanbul yok...

Aksini iddia eden varsa çıkartsınlar 'nazım planı'nı ortaya hep birlikte görelim?

Bu proje ile ilgili 'Devlet Planlama Teşkilatı Raporu' yok!

Orman Bakanlığı'ndan herhangi bir izin yok! Hukuki prosedürler -teminat yatırmak gibi- yerine getirilmemiş.

Bütün bunlar yok ise elimizde ne var?

Tüm bunların -eğer bir yerlerde varsa- hukuki dayanağı ne? Ulaştırma Bakanı'nın son açıklamasından ne anlamamız gerekiyor? Nedir bu söz konusu 1/5000 ve 1/1000'lik planlar? derseniz onu da avukat arkadaşım Göksun Gökçe yanıtladı:

"Herhangi bir projede iki tür plan var:

Beşbinlik plan, 'Nazım imar planı' dediğimiz şey. Bu plan detaylı değil, 'anahat planı' olarak düşünülebilir. Daha yukarıdan bakar, nerenin yeşil alan nerenin yapılaşma alanı olduğunu filan belirler. Nokta atışı yapmaz.

Nazım İmar Planı her zaman 'uygulama imar planı' ile birlikte gelir ki bu da 'binlik plan' dediğimiz şey. Detayları ve neyin nasıl konumlanacağını bu plan belirler.

Binlik plan, doğrudan o projenin somutlaştığı plandır. Eğer binlik plan yapıyorsanız, zaten göç yollarını ve su havzalarını bilerek konuşuyorsunuz demektir Zaten olması gereken ve sizden beklenen budur.

Madem İstanbul Boğazı'ndan bahsediyoruz, o zaman açıp bakmamız gereken başka kanunlar da var. Örneğin, sadece İstanbul Boğazı'na özel bir kanun var.

2960 sayılı 'Boğaziçi Kanunu' aslında 1983'ten beri hayatımızda.

Kanunun amacı, ilk maddede aynen şöyle açıklanıyor:

"Bu kanunun amacı; İstanbul Boğaziçi alanının kültürel ve tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlamak için uygulanacak imar mevzuatını belirlemek ve düzenlemektir."

Üçüncü maddede de bu alandaki planların genel esaslarına değinilmiş, sadece şu kısmı bile yeterli:

"e) Boğaziçi Alanındaki yapılar bu kanun hükümlerine ve imar planları esaslarına göre yapılır, aykırı olanlar derhal yıkılır veya yıktırılır."

Boğaz, kendisine has bir kanunla korunduğu gibi Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu ile de koruma altında. Bu kanunun üçüncü maddesine 2011 yılında yeni bir bent eklendi ve 'doğal sit' kavramı tanımlandı. O da şu:

"'Doğal (tabii) sit'; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır."

Köprüye 'kurban edilmesi' planlanan alanın ise 1995 yılından beri 'doğal sit' niteliğinde olduğunu biliyoruz, zira Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun buna ilişkin kararı var.

Bir yerin kültür ve tabiat varlığı -yani sit alanı- olması demek, orada 'her istediğinizi yapamazsınız' demek. Ama sadece o kadar da değil:

'Doğal sit'in tanımını neden 2011'de yapılmış? Çünü aynı tarihte, bu tanımı getirirken, kanuna bir madde eklemiş ve şöyle denmiş:

"Taşınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iş, işlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlık, Çevre ve Şehircilik Bakanlığıdır."

Kısacası, "Tabiatı senden öğrenecek değiliz!" diyorlar. Koruma kurulu filan hikâye, Bakanlık ne derse o olur...

Ama yine de, elimizin altında -neyse ki- hâlâ altıncı madde var. Korunacaklar arasında şu da sayılmış:

"Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19. yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar."

Kafamızın karışmaması için özetle;

Köprü güzergâhı doğal sit alanıdır. O yüzden özellikle korunması gerekir.

Fakat AKP hükümeti 2011 yılında bir değişiklik yaparak bu alanlardaki inisiyatifi tekeline almıştır.

Bu son derece tehlikeli ve rahatsız edici bir durum olmakla birlikte, köprü güzergâhı halen 'korunacak yerler' arasında sayıldığı için her şey bitmiş değildir!..

Bakan "Köprü güzergahında bazı mecburi sapmalar oldu," demiş. İnşaat, gerekli değişikliklerin plana işlenmesi için durdurulmuş. Yani önce inşaatı başlattılar şimdi de planı ona uyduracaklar.

Çünkü, 2 Mayıs 2013 itibariyle "Tabiat Varlıkları ve Doğal Sit Alanları ile Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Bulunan Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yerlerin İdaresi Hakkında Yönetmelik" diye bir yönetmeliğimiz de var.

Ne olduğu birinci maddede açıkça yazıyor. Şuradan bakabilirsiniz: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/05/20130502-13.htm

O da özetle; "Devletin, elindeki tabiat alanlarından para kazanma yönetmeliği!"

Kiraya verme, işletme, tahsis filan. Zaten artık koruma kurulu filan da yok buralar için, en başında da belirttiğim gibi 2011'de doğrudan bakanlığa geçmiş karar yetkisi..."

Bu arada 'çevresel ve hukuki değerlendirme'yi TMMOB İstanbul vaktiyle yayımlamış, buyrun 2010 tarihli '3. Köprü Değerlendirme Raporu' da elinizin altında bulunsun: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

"..."

'Kuzey Ormanları Savunması' Platformu, '3. Köprü' adı altında yapılan bu rant projesine, tüm bu katliama, hukuksuzluğa, usulsüzlüğe -iptal sürecinde durdurulması gereken bir inşaat projesinin hâlâ devam ediyor olmasına- ağaç katliamına karşı dün suç duyurusunda bulundu.

Ondan önceki gün, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi suç duyurusunda bulunmuştu.

Dün Başbakan Kastamonu'da halka seslenmiş: "Tencere tavacıları yargıya siz taşıyacaksınız," buyurmuş.

Ben de halk olmanın dayanılmaz hafifliği ile yanıt vereyim:

Önce çocuklarımızı öldürenleri, geleceğimizi karartanları, ağaçlarımızı kesenleri, yaşam alanlarımızı ve haklarımızı yağmalayanları yargıya taşıyacağız Sayın Başbakan.

Öncelik onların. İzninizle...

Fay canına!

$
0
0

Deprem uzmanları ve çevre mühendisleri konuya tepki gösterirken, Profesör Doktor Naci Görür, yapılan işlemi "Depremi etkilemez ama organizmalar katledildi"şeklinde değerlendirdi.

Marmaray projesinde sona yaklaşılırken 1 milyon metreküplük hafriyat inşaat öncesinde duyurulduğu gibi önemli bir fay hattının geçtiği Çınarcık Çukuru'na döküldü. Geçtiğimiz hafta Hürriyet'e Marmaray Projesi'ni anlatan Marmaray Bölge Müdürü Haluk Özmen hafriyatla ilgili de ayrıntılı bilgiler verdi. Özmen, "Proje kapsamında ortaya çıkan 1 milyon 200 bin metreküplük hafriyatın 200 bin metreküplük kısmı şartlara uygun olarak bir taş ocağına gömüldü. 1 milyon metreküplük hafriyatı ise Çınarcık Çukuru'na doldurduk. Jeolojisi uygun olan bir kısım hafriyatı yine gerekli işlemlerden geçirdikten sonra projenin imalatında kullandık" dedi.

DOĞAL DENGEYE MÜDAHALE

Doğal olmayan her olayın tabiatta karşılık göreceğini ifade eden İTÜ Deprem Araştırma Alt Grubu'ndan Profesör Doktor Naci Görür, yapılan hafriyat dökme işleminin Marmara'daki ekosistem için felaket anlamına geldiğini vurguladı. Doğal olarak Marmara'da belirli bir sedimantosyon hızı olduğunun altını çizen Görür, "Çeşitli toprak ve çakıl taşları karadan rüzgar ve akarsular aracılığıyla Marmara'ya taşınır. Bunlar Marmara'nın tabanında depolanır. Karadan taşınan bu maddeler yılda bir kaç santimetre bile taban oluşturmaz. Marmaranın tabanında ölçülebilen bir kalınlık binlerce senede oluşur. Ancak burada doğal dengeye müdahale ediliyor. Binlerce senede bile oluşmayacak kalınlık tek seferde 1 milyon metreküplük hafriyatla oluşturuluyor" diye konuştu.

ORGANİZMALAR KATLEDİLDİ

Marmara Denizi'nde 1999 depreminden bu yana araştırmalar yaptığını söyleyen Naci Görür, "Ulusal ve uluslararası ekiplerle çalıştım. Bu ekiplerin koordinatörlüğünü yaptım. Çınarcık Çukuru'nda 1250 metreye dalış yaptım. Günde 7 saat çalıştım. O bölge hakkında en iyi bilgiye sahip kişilerden biriyim. Bu yapılan işlem dipteki yaşamı öldürmekten başka birşey değildir" dedi. Deniz dibinin ay yüzeyi gibi olduğunu belirten Görür, deniz dibinde Bentonik bir yaşam olduğunu söyledi. Dip bölgelerde her türlü canlı yaşamının olduğunun altını çizen Görür, "Maramara Denizi'ndeki canlı yaşamı kirlilikten dolayı bitme noktasına geldi. Ancak dipte inanılmaz bir yaşam var. Burada Akdeniz'den taşınan temiz suların etkisi var. Midye ve istiridye benzeri canlılar burada yaşamını sürdürüyor. 1 milyon metreküpü oraya dökenler bu organizmaları katletti. Ancak depreme etkisi olmaz" ifadesini kullandı.

'ÇOK YAZIK' OLACAK

Çevre açısından yapılan işlemi bir 'felaket' olarak nitelendiren İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Oğuz Gündoğdu da "Depreme herhangi bir etkisi olmaz. Ancak yapılan işlemle doğal yaşama büyük zarar veriliyor. Denize hafriyat dökmek deniz yaşamını büyük ölçüde etkiliyor. Çok yazık" diye konuştu. Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Mühendisi Menekşe Kızıldere ise, "Dipteki canlı yaşamı üzerine toprak örtüldü" dedi.

Denize dökmek için rapor şart

Su altı hafriyatında faaliyet gösteren firmalardan biri yapılan işlem hakkında bilgi verdi. Denize hafriyat dökme işleminin Çevresel Etki Değerlendirme Raporu olmadan yapılamayacağını savunan firma yetkilileri, "Deniz kıyılarından çıkan hafriyat genellikle Çınarcık Çukuru'na dökülüyor. Ancak buraya yapılan döküm için sadece rapor almak bile 50 gün sürüyor. Kazısı yapılan malzemeler taşıma gemilerine konuyor. Bu malzemeler çeşitli işlemden geçirilmeden denize dökülmüyor. Karadan alınan malzemeler ise genellikle karada belirli noktalara dökülüyor. Ancak denizde ekosisteme zarar verilse de deniz uyum gösterebiliyor" dedi.

En son 1999'da enerji çıktı

Yapılan işlemin depremle ilgili harhangi bir sıkıntı yaratmayacağını ifade eden İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Şener Üşümezsoy, döküm işleminin derinlerde olan canlı yaşamını etkileyebileceğini belirtti. Çınarcık Çukuru'nun ilk olarak 1894 yılında yırtıldığının altını çizen Üşümezsoy, "Burada oluşan fay hattında ikinci deprem 1960 yılında yaşandı. Fay hattı 1999 yılında kalan stresini boşalttı. Bu fayda stres kalmadı. İşlemin nasıl yapıldığı önemli. Yapılan işlemden fay hattı etkilenmez. Ancak, deniz yaşamı etkilenebilir" dedi.

Çınarcık Çukuru nerede bulunuyor

Özelikle 1999 yılında Marmara Depremi'nden sonra hayatımıza giren Çınarcık Çukuru Marmara Denizi'nde Yalova Çınarcık kıyılarına 1.5-2 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Çukurun derinliğinin ise 1200 metre civarlarında olduğu söyleniyor. Çınarcık Çukuru İzmit Körfezi'nden Silivri açıklarına kadar devam ediyor. Kuzey-güney yönünde ise adalardan başlayıp Çınarcık açıklarına uzanıyor.

Halfeti'yi kaybettik sıra Hasankeyf'te mi?

$
0
0

Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin (TİM) Haziran ayı ihracat rakamlarını açıklamak üzere düzenlediği toplantıya katılmak üzere Batman'a gidince, Hasankeyf'i görmeden dönmek olmazdı. Gördük... İçimiz burkuldu.
 
TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi ve Batmanlı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in ev sahipliğinde düzenlenen toplantının gündeminde elbette ekonomi ve bölgenin kaderini belirleyecek ''çözüm süreci'' ön plandaydı. Bakan Şimşek bu sürecin etkisiyle Batman'a yönelik yatırım taleplerindeki artışı anlattı. Bu yılın ilk 4 ayında 29 teşvik belgesi. 1500 kişiye istihdam yaratacak 143 milyon liralık yatırımdan söz etti. ''Önümüzdeki dönemde yer bekleyen 130'un üzerinde girişim var'' dedi. TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi de, üyeleri arasında yaptıkları ankette, ihracatçıların yüzde 76'sının çözüm sürecini olumlu değerlendirdiğini ve yüzde 32'sinin bölgeye yatırım  yapmayı planladığını söyledi. Bu gelişmeler, yıllardır terörün gölgesinde yaşayan bölge insanı için iyi haberdi. Biz de umutlandık.
 
Ama, toplantı öncesi Hasankeyf ziyaretimizde gördüğümüz manzara pek umut verici değildi. İlçeye adım atar atmaz, "baraj mı önemli, tarih ve doğa hazinesi mi" tartışmasının içinde bulduk kendimizi. Aslında, 60 yıldır gündemden inmeyen bu tartışma iktidar nezdinde çoktan noktalanmış. Baraj inşaatının  yüzde 60'ı tamamlanmış. Yani, yakında Dicle'nin suyu Hasankeyf'i yutacak. İslam tarihinde "Hısn-ı Keyfa", Osmanlı döneminde ise "Hısnkeyf" adıyla bilinen ilçeye yaklaşıldığında, Dicle nehrinin her iki kıyısındaki kayalık bölgede mağara evler dikkati çekiyor.

Hasankeyf'in simgelerinden devasa "Kaya Kale"nin içi de, aslında mağara evlerle dolu. Üstelik, şu an ilçede yaşayan ve yaşı 50'nin üzerinde olanlar, o evlerde doğup büyümüş.

Mağaralardan çıkış öyküleri de hayli çarpıcı...

Rivayete göre, 60'lı yılların ikinci yarısında, bölgeyi ziyareti sırasında yolu Hasankeyf'e düşen dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, kendisini karşılayan kalabalığı görünce şaşırmış. Çünkü görünürde ev yok, bina yok!  "Bu kadar insan nerede yaşıyor?" diye sorunca, "mağaralarda" yanıtını almış.

"Bu devirde mağarada yaşanır mı?" diyen Cumhurbaşkanı, ilçeye konut inşası için talimat vermiş. Tarihi yapıların üzerinden dozer geçirilip konut sahası oluşturulmuş. 40-50 metrekarelik afet evleri türünden konutlar inşa edilmiş. Hasankeyf sakinleri mağaralarından çıkarılıp, o küçük evlere yerleştirilmiş.

Anlatılanlara bakılırsa, o evlere alışmaları kolay olmamış. Dönemin yetkilileri, ev hayatına alışmaları için mağaraları mühürleyip, halka kapatmış. Oysa, yekpare kaya kütlesi oyularak yapılan Hasankeyf kalesinde, tepesindeki sarayda ve çevredeki pek çok kayalıkta, yazın serin kışın sıcak tutan doğal ısı yalıtımlı, bazıları birkaç odalı mağara evlere alışkındı onlar. O mağaraları dokuma atölyesi ya da hayvan barınağı olarak da kullanabiliyorlardı. Yazın sıcak, kışın soğuk olan afet evleri ne içlerini ısıttı, ne hayvanlarını barındırabildi Hasankeyflilerin... Yani, bölge insanı ilk şoku o zaman yaşadı. 1960'lı yıllarda 20 bin civarında olduğu söylenen ilçe nüfusu, göçle azaldıkça azaldı. Bugün 3 bin kişinin altına düştü.

Peki o insanlar neden, nereye gitti?

1981 yılında birinci dereceden arkeolojik SİT alanı ilan edilmesinden bu yana Hasankeyf'te herhangi bir restorasyon çalışmasına izin verilmediği gibi, hiçbir yatırım yapılmadı, inşaat yasaklandı. Yani, Hasankeyfliler yıllardır çivi çakamıyor ama, koskoca bir ilçe suya gömülmek, kaybolup gitmek için gün sayıyor. İş yok, ekmek yok. Yoksulluk var. İlçeyi ziyaretimiz sırasında Hasankeyfli turizm rehberimizin tavrı da bu gerçeği özetlemeye yetiyor. Baraj projesini desteklediklerini, ilçeyi terk etmeye razı olduklarını söyleyince, yıllardır Ilısu Barajı projesine tepkileri ve projeye karşı açılan davaları hatırlayıp, şaşırıyoruz. Tepki gösteriyor şaşırmamıza;

"Sizler büyük şehirlerden birkaç saatliğine gelip, sonra konforlu hayatınıza dönüyorsunuz. Baraja karşı çıkıyorsunuz ama, burada yaşayan biziz. Yokluk yoksulluk çeken biziz. Baraj sayesinde doğru dürüst evlere taşınacağız, iş güç sahibi olacağız."
Adım adım öylesine bir kısır döngü içine girmiş ki ilçe insanı, artık ''çare yok, mecbur gideceğiz" yaklaşımında...

Yıllar önce mağaralarından çıkarılıp afet evlerine yerleştirilirken hayatları alt üst olmuştu. 

Şimdi evlerinden bahçelerinden çıkıp, TOKİ'nin apartman dairelerine taşınacaklar. 
Silbaştan yeni bir hayat kurmaya çalışacaklar.

Ama görünen o ki, bu onlar için pek kolay olmayacak. Yöre halkı için TOKİ tarafından yaptırılan Yeni Hasankeyf bölgesindeki konutların fiyatları netleşti. 3+1   tipi örnek ev fiyatı 171 bin olarak açıklandı. Daha küçük, daha ucuz daireler de var ama, Hasankeyf sakinleri fiyatları çok yüksek buluyor. Eski evleri peşinata sayılıp, 5 yıl ödemesiz, 20 yılda sıfır faizle ödeme yapılacak olsa da, yerel yetkililere göre Hasankeyf'te yaşayanların yüzde 5'i dahi bu parayı ödeyebilecek durumda değil.

Olayın sosyal, insani boyutu böyle. Baraj gölüne gömülecek 12 bin yıllık tarihe gelince...

Geçen yıl  Batmanlı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile birlikte Hasankeyf'i ziyaret eden Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu demiş ki; ''Teknoloji çok gelişti, su altı arkeoloji müzeleri yapılıyor. Hasankeyf'teki taşınacak tarihi eserleri taşıyacağız, bu eserleri kurtaracağız. Su altında kalanları da koruyacağız, ayrıca benzerlerini de yapacağız. Arkeolojik kazılarda çıkacak eserleri burada yaptıracağımız müzede sergileyeceğiz. Tarihi Artuklu Köprüsü'nün sadece ayakları kalmış. Biz onun benzerini yeni yerleşim yerinde yapacağız..."

Bu arada, su altında kalacak olan bazı tarihi yapılar için de, restorasyon çalışması yapıldığını öğreniyoruz. Onun da gerekçesini, Bakan Eroğlu, Meclis'te bir soru önergesine verdiği yanıtta şöyle açıklıyor:

"Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamındaki kültür varlıklarının, barajın hizmet ömrünü doldurduktan sonra da varlığını sürdürebilmesi maksadıyla, mevcut durumlarının güçlendirilmesi ve su altında korunmasına yönelik proje ve uygulama çalışmaları yapılmıştır. Anılan proje kapsamında baraj rezervuar alanlarında 2012 yılında 18 adet arkeolojik çalışma gerçekleştirilmiş olup..."

Yani, ne kadar ileri teknoloji ile inşa edilirse edilsin, her barajın bir ömrü var. Meteoroloji ve mühendislik bilimine göre, bazıları 60 ila 70 yıl, bazıları ise en fazla 100 yıl ömür biçiyor bu devasa yatırımlara...

Evet... Enerji ihtiyacı için, bölge tarımı için o baraja trilyonlar akıtılıyor. Ve açık hava müzesi  niteliğindeki Hasankeyf artık son günlerini yaşıyor. Tarih  doğa ve çevre gönüllüsü sivil toplum kuruluşları ise, yıllar önce Halfeti için verdikleri mücadeleyi şimdi Hasankeyf'i kurtarmak için vermeye devam ediyor. Halfeti, tarihi, eşsiz doğası ve "siyah gülü" ile  12 yıl önce Fırat'ın sularına gömüldü. O gülü başka topraklarda yaşatmak mümkün olmadı, olmuyor.  2015'te Dicle'nin su altında bırakacağı Hasankeyf'i  imitasyon yapılar mı yaşatacak? Hiç olmazsa baraj gölünün su seviyesi düşük tutularak, o eserlerin bir kısmı kurtarılamaz mı?

Viewing all 4077 articles
Browse latest View live